Çarşaf, kapitalizmin kapısına bırakılmış siyah çelenktir.
..... Hristiyanlık hangi topraklarda yayılmışsa o toprakların özelliklerini Hristiyanlık imiş gibi kabul etti. Ortodoks ve Katolik kiliselerinin arasındaki fark bir bakıma doğu ve batı arasındaki farklara dayalıdır. Protestanlık bütün mezhepleriyle ile kapitalizmin şafağının ideolojisidir. Son derecede bariz bir gerçektir ki Avrupa hıristiyanlaşmamıştır, Hıristiyanlık
Avrupalılaşmıştır......... ....... Yahudilik ve Hristiyanlık yeryüzünde yalnızca birer mazeret ve bahane olarak varlıklarının korumaktadırlar. Bir din ve inanç olarak bütün canlılıklarını kaybetmişlerdir....
İstediği şeyi ona ancak kapitalizmin verebileceğine inanan ve insanlıktan çıkmayı kazanç sayan, biriktiren ve sayan milyonlarca "carpe diem" sözcüsü "vefakar insan" her bunalım döneminde kapitalizmin imdadına yetişiyor.
Ming ve Çing Hanedanları (1368-1911) kapitalizmin sivil toplumda filizlenişine tanık oldu.
Tanımadığımız siluetlere peşkeş çekilen
Topraklarımız kapitalizmin fahişesi oluyor.
Hepimizin bildiği gibi, Marks tekeller öncesi kapitalizm çağında yaşadı ve bu nedenle kapitalizmin eşit olmayan politik ve ekonomik gelişimini açık olarak görememiştir. Bu nedenle proletarya devriminin Avrupa’nın büyük kapitalist ülkelerinde birden ve ardarda kopacağına ve dünya devriminin kısa bir zamanda zafere ulaşacağına inanıyordu. Marks kapitalizmden sosyalizme
geçiş döneminin oldukça kısa bir tarihi dönemi kapsayacağını düşünürken böylesi varsayımlardan hareket etmişti. O proletarya diktatörlüğüyle geçiş döneminin zaman bakımından aynı dönemlerde olduğunu, yani proletarya diktatörlüğü ile geçiş döneminin ayrılmaz olduğunu öne sürdü. Bu noktayı da göz önüne almalıyız.
Lenin’in de proletarya
diktatörlüğü ve geçiş dönemi sorunlarını ele alırken genel olarak ana Marksist çizgiyi izlediğini söyleyebiliriz. Marks’ın yaşadığı ve çalıştığı İngiltere ve Almanya’nın tersine Lenin’in yaşadığı ve çalıştığı Rusya kapitalist olmasına rağmen gelişmiş değil geri bir kapitalist ülkeydi. Böyle olunca Lenin geçiş dönemi olan sosyalizm aşamasının
Marks’ın söylediği gibi kısa değil, oldukça uzun olacağını belirtti.
Liberal demokrasiyi savunanlar; tarihsel olarak önce kapitalizmin gelişmiş olduğunu, sonra da demokrasinin yerleştiğini iddia ettiler, aksine bu durum kapitalizmin doğasının gereği değil toplum mücadelesinin ürünü olarak görünüyordu. *
Buna ek olarak, liberal demokrasi ile kapitalist toplum modeli birey üzerinde baskı oluşturmaktadır. Bir defa, kapitalist toplum
modelinde, özel yaşam ile kamusal yaşamın ayrılmasında belirlenen sınır, bireyin kamusal alana katılmasını sınırlandırmaktadır. Teknolojik denetimin gelişmesiyle insanların özel yaşam alanları kamusal gücün kontrolü altına girmiş ve insanların kendi hayatlarını istedikleri gibi şekillendirmesine engel olunmuştur. Bu bakımdan, katılımcı demokrasi taraftarları,
kapitalist toplumun liberal demokrasisi yerine iktisadi ve teknolojik denetimin gücünü halka ait bir katılımcı demokrasi düşüncesini ileri sürmüşlerdir. ©
Bu düşünceye göre; liberal demokrasi siyasal katılmaya dayanır; demokrasinin tanımında halkın siyasete katılımı vardır. Bu bakımdan, siyasal katılmanın temel araçları: siyasal parti çalışmaları ile
seçimlerde oy kullanmaktadır. Oysa seçime katılma gerçek bir katılma olmadığı gibi her zaman uygun bir katılma biçimi de değildir. Çünkü halkın bütün etkinliği belirli zaman dilimleri ile siyasal parti liderlerini seçmekle sınırlıdır. Bununla beraber, devletin faaliyet alanı halkın aleyhine gittikçe genişlemektedir. Bu bakımdan tek tek bireyler devlet aygıtı
üzerinde denetim olanağına yeterince sahip degiller.
İslam ekonomi doktrini ve serbest piyasa ekonomilerini destekleyen bütün modern akademisyenler şunda uzlaşıyor gibidirler: Kapitalizmin üzerine inşa edildiği genel ilkeler, Affandi tarafından serbest bir piyasa ekonomisinin büyümesi için önemli olarak resmedilen ilkeler, Kur'an ve sünnet tarafından kabul ve teşvik edilmekte ve desteklenmektedir.
Solun en önemli ve zorlu mücadele hedefi,teorinin içinin boşaltılmasını engellemek ve kapitalizmin sahteleştirerek ileri sürdüğü ve arkasına sığındığı insan hakları ya da demokrasi gibi kavramları,tartışarak,yerli yerine oturtmak ve kafa karışıklığını ortadan kaldırmaktır.Diğer bir deyişle,solun en güç görevi,kapitalist üretim ilişkileri üzerinde
yükselen,koruyucu fikirsel-ideolojiyi deşifre ederek toplumun önünü açmaktır.
Ticaret sermayeyi, sermaye kenti, kent pazarı, pazar ise spekülasyon ve tekelleşmeye yol açarak kapitalizmin önünü açmıştır.