Bebeklik döneminde çoğunlukla temel gerkesinimleri belirtmek için etkin olarak kullanılan dil becerileri, okul öncesi döneme gelindiğinde iletişimsel işlevi daha yüksek, daha karmaşık ve daha değişken bir yapıya bürünmektedir.
Açık totaliter olan rejimlerin geliştirdiği imgeler ve simgeler önemli ölçüde “metafizik” bir değer oluşturmuştur. Bu değer üzerinden toplumu terbiye etmek daha mümkündü ve homojen bir yapı oluşturmak çok da zor görünmemekteydi. Örneğin Faşizm geliştirmiş olduğu hem “birlik”, “kolektif bilinç”, “bireyin bütüne feda edilmesi” imgelemleri hem de faşist
amblemler üzerinden simgeleşmesi açık ve net homojen bir tasarıma ait buyurgan iletilerdi ve bu iletiler topluma dayatılmaktaydı. İletiler iletişim araçları bu simgeler üzerinden aktarılmaktaydı. İletişim açısından bakıldığında, “totaliter rejimin en önemli özelliği, iletişim modelinin bir monolog biçiminde olmasıdır. Başka bir deyişle, ideal ve muteber bir
kişinin konuştuğu ve diğerlerinin dinlediği açık, evrensel bir iletişimsel hiyerarşi” 98 geliştirmekteydi.
Cinsel aşk, burjuva ekonomik faaliyetinin talepleriyle uygunluk içinde kendiliğinden karakterinden sıyrıldı; göreve ve alışkanlığa indirgendi; başlıca işlevi, bireysel sermaye birikimi döneminde ekonomik aygıtların yeniden üretilmesi için gerekli hazır bir fiziksel ve ruhsal bağlamı sürdürmek haline geldi. Cinselliğin bu değer kaybı, Fromm’un belirttiği gibi, burjuva
toplumu içindeki bütün insan ilişkilerinin şeyleşmesine karşılık düşüyordu. “ Bu şeyleşmeyle birlikte, insanın kendi cinsinden herkesin kaderine yönelik kayıtsızlığı burjuva dünyasındaki ilişkileri karakterize etmeye başladı; başkaları için bireysel sorumluluğun zerresi, birini karşılıksız sevmenin belirtisi yoktu”
Olumlayıcı kültür aynı zamanda
topluma püriten bir cinsel ahlak
empoze etmek suretiyle cinselliğin serbest kalmasında üstü kapalı şekilde var olan devrimci potansiyeli yok etme girişiminde bulunurken, libidinal enerjileri baskı altına almak, böylece dinden spora ve kitlesel eğlencelere kadar bir telafi hazları ağı yaratmak için alternatif kanallar açma işlevi görür. Son olarak, iletişimsel eylem
yapılarına dayanarak, böyle bir toplum ve kültürü, kamusal ve özel dil arasındaki -yani sınıf iktidarının kurumlarından çıkmış resmî semboller ve tanımlar ile insanların günlük hayatlarından doğan özel anlamların ve bireyselleşmiş ihtiyaçların ifadesi arasındaki- keskin kopukluğun karakterize ettiği şeyler olarak betimleyebiliriz.
Endüstri toplumunun baş döndürücü gelişmeleri ile kutsal olana inanç yitirilirken, yeni bireylerin birbirlerini keşfettiği bir vetirenin inanılan değeri aşk olmuştu. Refah düzeyinin artışı ve yaygınlaşması ile güçlenmiş gibi gözüken bireysellik , iletişimsel teknolojinin bitirici darbeleri altında özeli kalmayan bir harabeye kolayca dönüşmektedir .
Modern
küreselliğin aşktan anladığı ise henüz adı konmamış yeni bir tür yaygın hedonizm olarak
gözükmektedir .
Dolayısıyla düşünce geçen yüzyıldakinden çok daha sinsi ve kendinden emin yeni bir düşman bulur karşısında: Deleuze’ün “denetim” olarak adlandırdığı yeni bir iktidar biçimine tekabül eden iletişimsel aptallık…
Yeni biyoteknolojik ve dijital iktidarları ve bunlardan ayrı düşünülemeyecek geniş ölçekli toplumsal ve ekonomik süreçleri daha iyi
tanılamaya ihtiyacımız vardır. Belki de o zaman bizi iletişimsel aptallıklarımızdan ve enformasyona dayanan “otomatizmlerimizden” sıyıracak yeni bir “sanat oluş” tezahür edebilecektir.
Hangi yaşta olursa olsun birey, ailenin çocuğu olarak kalmaktadır. Her birey gibi yaptığı yanlışlarda, hayal kırıklıklarında bir dayanak aramakta ve bunun için en yakınındaki yere yönelmektedir. Bu anlarda ebeveynlerin takındıkları tutumlar bu iletişimin sürdürülebilirliğini sağlamakta ya da sonlandırmaktadır. İçinde etkin bir dinlemeyi barındırmayan, kalıp
yargılardan arınamamış, çözüm ya da alternatif yolların birlikte inşasından uzak yargılayıcı söylemler beraberinde ciddi iletişimsel ketlenmeleri de getirebilmektedir.