Oğuz Atay
Oğuz Atay

Kafam cam kırıklarıyla dolu doktor. Bu nedenle beynimin her hareketinde düşüncelerim açıyor.

Oğuz Atay
Oğuz Atay

Bu nedenle beynimin her hareketinde düşüncelerim acıyor, anlıyor musun? Bütün hayatımca bu cam kırıklarını beyin zarımın üzerinde taşımak ve onları oynatmadan son derece hesaplı düşünmek zorundayım.

Oğuz Atay
Oğuz Atay

Kafam cam kırıklarıyla dolu doktor. Bu nedenle beynimin her hareketinde düşüncelerim acıyor, anlıyor musun?

Oğuz Atay
Oğuz Atay

Kafam cam kırıklarıyla dolu doktor. Bu nedenle beynimin her hareketinde düşüncelerim acıyor anlıyor musun?

Oğuz Atay
Oğuz Atay

"Kafam cam kırıklarıyla dolu doktor.
Bu nedenle beynimin her hareketinde düşüncelerim acıyor. Anlıyor musun? "

Oğuz Atay
Oğuz Atay

"Kafam cam kırıklıklarıyla dolu doktor. Bu nedenle beynimin her hareketinde düşüncelerim acıyor, anlıyor musun?"

Oriano Granella
Oriano Granella

Kutsal Kitap Tanrı'nın kim olduğunu anlatmaz. Ne doğayı, ne de sonsuz mükemmellikleri tarif etmez.
İnsanı da betimlemez, doğasını, sınırlarını, sorunlarını, onun gerçeğe, adalete, mutluluğa duyduğu isteği de.Yaratılışı açıklamaz: yani evrensel fizik yasalarından, kesinliğinden, sınırlarından, uzamlarından sözetmez.Bütün bunlarla ilgili hiçbir şeyden.

Kutsal Kitap sadece bir hikâye anlatır: insanı vareden, Baba olarak ona olan sevgisini anlaması için onunla ilgilenen, onu mükemmelliğe
götüren ve onu red ve karşı çıkış günahlarından kurtarmak isteyen Tanrı'nın hikâyesini anlatır.
Olanı açıklar.Tanrı'nın müdahalelerini, insan yararına yaptıklarını (sevgi ve kurtarışın somut işaretleri) açıklarken,

biz(ama bizden önce İbraniler)böylece Tanrı'nın kim olduğunu anlamaya yavaş yavaş başlarız.
Bir örnek vermek gerekirse, daha iyi açıklayabilelim diye anne ile oğlu arasındaki ilişkiye göz atalım: çocuğa kimse annenin kim olduğunu açıklamaz, ama o tek başına, yavaş yavaş büyür ve sevgi işaretlerini görerek annesine dikkat eder, onu kavrar. Aslında anlamadan

önce,
(yani çıkarsama yaşına ermeden), içgüdüsel olarak güvenlik ve sevgiyi tanır ki onun için her şey, hayatın garantisi ve koruması olan annesi
ona sunmaktadır.
Tanrı'nın açısından da böyle olur: insanın hikâyesindeki somut davranışlarından iyiliğinin beliren özelliklerini sezmeye ve O'nun bize
olan sevgisini anlamaya başlıyoruz. Bu O'nun gerçek

babasal tarafını keşfedinceye kadar sürüyor. O, bizim Ata-Babamız'dır, bunu da bize İsa Mesih açıkça belirtecektir, çünkü başlangıçtan beri insana bu üzre davranmıştır. İşte Kutsal Kitap'ın getirdiği en önemli açınlama da budur.

Sadece gerçekleşen hikâyeyi okumaya başladığımızda Tanrı'nın kim olduğunu anlamaya başlarız. "Kutsal Kitap, Tanrı'yı,

insanın hikâyesine müdahale hareketinde bize gösteriyor. O, bununla beraber davranışında açımlanıyor. Oradaki Kendi Gizemi'nde ortaya çıkıyor."(M.Magrassi)
Sadece bu kadar değil: Kim olduğumuzu da böylece anlamaya başlıyoruz. Kısacası, insanın kim olduğunu. Kutsal Kitap insanın gerçek doğasını da aydınlatıyor, kaderini, onu kederlendiren kötülüğü,

kurtarılmaya olan gereksinimini. Kimliğinin derinliğini anlamamızı
sağlıyor, yaşamasının gerçek amacını, acı çekmesinin nedenini ve neden ölüme konulduğunu...
Bu noktada da, teorik ya da felsefi olarak değil, insanın doğasının niteliği anlatılmaz, insan varlığının amacı çeşitli içerikleriyle birlikte
açıklanmaz. Bize anlatılan sadece bir hikâye

var. İnsanın Tanrı'yla ve diğer insanlarla olan zorlu ilişkisinin hikâyesi. Kökeninden şimdiye
değin, bir perspektif olarak, dünyanın sonuna kadar. İşte sözü edilen bu açıklama sayesinde, insanın kim olduğunu anlayabiliyoruz. Bura-
dan hareketle sınırlarının ama aynı zamanda inanılmaz elverişliliğinin de farkına variyoruz.
İşte Kutsal Kitap: Tanrı'nın

insan için yaptığı hikâye'dir! Ama aynı zamanda insanın Tanrı'nın sevgi işaretlerine nasıl cevap verdiğinin,
kendisine ve diğer insanlara nasıl davrandığının da hikâyesidir.
İçiçe geçmiş bu hikâyede Tanrı konuşur ve davranır, insan cevap verir (hemen her zaman sahip olduğu çelişkilerle hayır ya da evet ya
da fakat ya da belki), Kutsal Kitap'ın

satırları böyle çeşitli anlatımlarla uzar gider.

Kutsal Kitap'taki hikâye Adem'in “hayır”ı ile başlar (bu hayır aslında bedenseldir ve kendini bencilce seven insanın düzenli olmayan içgüdülere kendini kaptırmasından kaynaklanır) ve İsa Mesih'in
“evet”i ile tamamlanır: "İşte ben geliyorum ey Tanrı, senin isteğini yerine getirmeye”. Bu “evet”

aslında iyi niyetle, Baba olan Tanrı'nın isteğini
imanla izlemeyi kabul eden ve kendini Kutsal Ruh tarafından yönlendirilmeye bırakan (İsa'dan önceki ve İsa'dan sonraki) bütün insanların "evet"ini barındırır.
Bu düzenin temelinde --İsa böyle diyor- sevginin, kendini sunma lütfunun ve karşındaki insanı rakip olarak değil ama kardeş olarak görüp karşılamanın

yasası vardır. Müjde'nin yasasıdır bu. Ama aynı zamanda, imanlı olsun olmasın, dürüst vicdan aracılığıyla, iyi niyetli olan bütün insanların ulaşabileceği insani yardımlaşma yasasıdır.
Tanrı sevgidir. Tanrı Baba'dır, bütün insanlarin Babası'dır, ve Baba olarak bizi düzenli, akılcı ve kardeşçe paylaşmacı bir hayata çağırır.
İnsanların

hikâyesinde Tanrı'nın müdahaleleri, Kutsal Kitap'ta açıklandığı şekliyle, Tanrı'nın kim olduğunun açıklanmasıdır aynı zamanda. İbrahim'den başlayarak, farklı zamanlarda ve farklı biçemlerde Tanrı, insanları, isyankar bir oğlu eğiten bir baba sabrıyla, daha kardeşçe ve akılcı bir hayat tarzına götürmek istedi.
Bu gerilimin ortasında: Tanrı-Baba insanı

çağırır, insan ise kaprisler ve red ile yanıt verir, bu arada Kurtarıcı İsa Mesih doğar. O, sadece Baba'yı sevmeye davet etmeyi tekrarlamaz. Tanrı'nın isteğine göre insanın nasıl yaşaması gerektiğinin örneğini verdiği gibi, insanın bütün günahlarını kendi üzerine alarak, aynı zamanda kendini sevgi kurbanı olarak sunarak, haç üzerinde itaat edip Baba'nın affını

elde ederek insanı kurtarır.

O bizi kurtarır, yani bize merhamet ve Baba'nın sevgi lütfunu bağışlar; ne yaparsak yapalım ve yapacak olalım, yeter ki günahımızı bilelim, pişman olarak O'na dönelim.
Kayıp Oğul mucizesi insanın hikâyesi için bir örnek oluşturabilir. Tanrı bizim her zaman Babamız'dır, ondan uzaklaşıp sırtımızı dönsek
bile...

adımlarımızı ona doğru yönelttiğimizde her zaman bizi kabul etmeye hazırdır: "Baba, Göğe ve sana karşı günah işledim... ve Baba onu kucakladı." (Luka 15,21)
Üstelik bu tek seferlik değildir, tam tersine çok kere, günah işleyip pişman olduğumuz her zaman yaşanır. Çünkü Tanrı sevgidir ve sevgi yasası, bağı yeniden kuran karşılama, bağışlama ve

kucaklamadır.
Kutsal Kitap'ı uzun bir Kayıp Oğul (Adem - insan) hikâyesi olarak adlandırabiliriz. Tanrı Baba bu asi oğlu eve taşımaya çalışmak için İsa Mesih'i gönderene kadar çeşitli yollara başvurmaktadır. O, yeni hikâyeyi başlatan, bağışlanmış insanlığın yeni kurucusudur. İnsanın hikâyesi Baba'nın sevgisine evet diyen her insanın hikâyesidir. Tıpkı

haç
üzerinde ölmeden tövbe eden hırsız örneğinde olduğu gibi hayatın son anında da “evet” denilebilir. O'na güvenilebilir.
Ve Baba onu kucaklar ve sonsuz sevgisiyle karşılar.Kutsal Kitap bunun tarihidir.

Murat Baç
Murat Baç

Biz dünyadaki etki-tepki çiftlerini izlediğimiz zaman, evrenin yapısına ilişkin metafizik kimlikte ve kesinlik içeren bir bilgi edinmiş olur muyuz? Örneğin, “eli ateşe uzatma”nın bir neden ve “elin yanması”nın sonuç olduğu nedensel bir zincir düşünelim. Benim öznel algılarım açısından bakıldığında, bu örnekteki nedenselliğin zorunlu olduğunu düşünmemizin

kökeninde ne yatmaktadır? Bunun, Hume’a göre tek bir yanıtı olabilir: Benzer etki-tepki örneklerinde aynı sonucun tekrarlandığını gözlemlemek. Gözlemlenen olgu aslında yalnızca “düzenli bir şekilde tekrarlanma”dır. Biz hiç bir zaman “zorunluluğu” gözlemlemeyiz. Ancak bu tür düzenli tekrarlar oldukça, insan zihni bu izlenimlerden hareketle bir zorunluluk ideası

türetir. Bu da, bir sonraki “etki” gerçekleştiğinde, daha önceden pek çok kez algılanan “sonuç”un zorunlu olarak ortaya çıkacağına dair bir beklentiye girmemize yol açar. Bizim dünyada var olduğunu sandığımız “zorunluluk”, aslında, zihnin alışkanlık sonucu belli bir “etki” ile belli bir “tepki”yi (veya sonucu) bağdaştırarak bir beklenti üretmesinden

başka bir şey değildir. Buna karşın, elimi ateşe bir sonraki uzatışımda yanma hissi duymamam mantıksal olarak tamamen olanaksız bir durum değildir. O hâlde, benim zihinden bağımsız varlık alanında gerçekleşen zorunlu (metafizik) bir bağıntıyı biliyor olmam olanaksızdır. Örneğin, benim bir sonraki ateşe elimi uzatma hareketinde elimin yanacağını şu an bilemem. Bu

konudaki aşırı güvenimiz, eğer Hume haklıysa, yanlış temellendirilmiş bir güvendir. Ortada bir “zorunluluk” varsa, bu gerçekliğe ait bir zorunluluk değildir. “Zorunluluk”, tekrarlamalar sonucu zihnimizde türeyen bir ideadır. Kısacası, dürüst olursak, bizim bildiğimiz zorunluluk “dışarıda” değil, “içeridedir”.

Gülnihal Baki Akgündüz
Gülnihal Baki Akgündüz

Taradığı saçları değil de başında taşıdığı dertleriydi.Her tarak hareketinde yukarıdan aşağıya inen sıkıntılarını kendinden ayırıyor, huzur buluyordu. Her seferinde tarağın dişlerine bakıp dökülen dertlerini sayıyordu.