Ekrem Elmas
Ekrem Elmas

"Ayın karanlığı
Dünyanin karanlığından bin kat parlak olduğundan
Aydınlık gözüküyor bize
Diyerek nasıl da sallamıştım yutarsın belki diye
Işte demiştim var farkına
Hiçbir karanlık sana olan aşkım kadar
Aydınlık olamaz kadınım "

2011
Maraş

Frank Griffel
Frank Griffel

Türklerin 1453 yılında İstanbul'u fethetmesinden kısa bir süre sonra, on beşinci asrın ikinci yarısında, Fatih Sultan Mehmet, Ebu Hâmid el-Gazâlî'nin ilmî mirasını yeniden değerlendirmeleri için Müslüman âlimleri yeni başkente davet etti. Sultan, bir müsabaka düzenlemiş, Gazâlî ile felâsife arasındaki tartışmayı en iyi bir şekilde muhakeme edecek ve iki taraftan

hangisinin daha güçlü delillere sahip olduğunu hükme bağlayacak âlime bir ödül vadetmiştir. Sultan II. Mehmet'in bu daveti neticesinde yazılan eserlerden ikisi günümüze kadar gelmiştir. Müsabakayı Osmanlı dinî kurumlarında yüksek bir mevki işgal eden, Bursalı Muslihuddîn Hocazâde (ö. 893/ 1488) kazanmıştır. Hocazâde, Gazâlî'nin Tehâfütü'l felâsife'sindeki yirmi

tartışmayı takip eden bir eser telif etmiş ve eserine Gazâlî'ninkiyle aynı başlığı vermiştir. İkinci eser Gazâlî'nin Horasan'daki doğum yeri olan Tûs'tan, Sünnî âlim Alâeddîn et-Tûsî'ye (ö. 887/1482) aittir. Bu eser de aynı şeldlde telif edilmiştir ve öyle gözüküyor ki, müsabakayı kazanan eser kadar iyidir. İki nesil sonra, on altıncı asırda, Hocazâde'nin

kitabı önde gelen Osmanlı âlimlerinden Kemalpaşazâde'nin (ö. 940/ 1533) dikkatini çekmiş ve Kemalpaşazâde bu esere bir haşiye yazmıştır. Bu üç isim, Gazâlî ve felâsife arasındaki tartışmayı muhakeme etmeye teşebbüs etmiş Osmanlı âlimlerinden sadece en iyi bilinenleridir.

Seyfullah Sevim
Seyfullah Sevim

İslâm dünyasına, bizzat tercüme hareketinin başında bulunarak Aristo ve Eflatun'u tanıtan; aynı zamanda bu filozofların eserlerini şerh ve izah eden Kindî, rasyonel psikoloji'ye dair görüşleriyle yeni platoncu öğretiyi çağrıştırır 12 Risale Fi'n-Nefs'de, nefsi basit, şerefli ve yetkin, güneş ışığının güneşten gelmesi gibi özünün yüce yaratandan geldiği,

ilahî ve ruhanî bir cevher olarak tanımlar. 13

Esasen, yüce yaratıcının nurundan olan bu nefis ( yani insanî ruh, nefs-i-nâtıka ) bedenden ayrılınca âlemde ne varsa hepsini bilir. Hatta bu işi büyük ölçüde bu dünyada başarabilir. Kindî bu keyfiyeti Eflatun'a izafe ettiği bir pasajla şöyle izah eder: "Eskilerden birçok arınmış filozof bu dünyadan soyutlanıp

maddî nesneleri hiçe sayarak, kendilerini eşyanın hakikatini düşünme ve araştırmaya verince, gaybın bilgisi onlara açılmış, insanların içinden geçeni bilmişler ve yaratıkların sırrına vakıf olmuşlardır. Bu karanlık dünyada, henüz nefs bedene bağımlı iken böyle olursa, ya bu nefs soyutlanır, bedenden ayrılarak şanı yüce yaratıcının gerçek nûrunun bulunduğu

âleme intikal ederse ne olmaz ki'' 14

Nefs bedenle beraberken de, şehevî arzuları terkeder, kirlerden temizlenir, varlığın hakikatini bilmek için çokça düşünür ve araştırırsa; parlaklık kazanır ve "Yaratıcının nûrundan bir suretle (form) birleşir; temizlik sonunda kazanmış olduğu parlaklık sebebiyle tıpkı maddî nesnelerin görüntüsünün parlak aynada

belirmesi gibi, varlığın bütün süreti ve bilgisi nefsde belirir. İşte nefs de böyledir; çünkü ayna paslı olursa hiçbir şeyin sûreti onda belirmez; pas giderilince bütün suretler ortaya çıkar"15

Kindî'nin Phythagoras'dan naklen verdiği bu pasajdaki, nefs tezkiyesi ve ayna benzetmesi, tasavvufi düşüncenin mihverini oluşturacaktır. Zira, sûfîler genel olarak,

arınma ve bilgilenme ilişkisini, zorunlu olmamakla beraber, bir sebep-netice ilişkisi içinde görmektedirler, öyle gözüküyor ki, daha sonraki sûfilerce kalb gözü olarak nitelenecek olan insani idrakin; yani duyular üstü, aşkın gerçeklik dünyasına ilişkin idrakin adım, akıl gözü olarak koyan ilk kişi de Kindi'dir.


12 Macit Fahri, islam FelseJesi Tarihi,

s-73
13 Kındi, Felsefi Risaleler s.131
14 Kındi, Felsefi Risaleler s.132
15 Kındi, Felsefi Risaleler s.135; Phythagorasln düşüncesi için Bkz. Edouard Schurê - Büyük İnisiyeler s-455 vd.

Kutsiye Bozoklar
Kutsiye Bozoklar

Karanlık çok yoğun gözüküyor sabah yakın demektir.

Senancour
Senancour

Zaman, fırsat, manalı güzel bir tabiat, tanrısal sevgiler... hepsi gözümün önünden geçiyor bir bir... hepsi beni kendine çekiyor, sonra da bırakıp gidiyorlar... böylece işte, dünyada yabancı bir sürü insan ortasında dolaşıp duruyorum. Önümden geçen, bu sanki dilsiz insanlara uzun zamandan beri sağırım. Susamış gözlerimi dikip duruyorum onlara. Öyle bir insanım ki,

her şeyi görüyorum ama hepsinden mahrumum. Öyle biriyim ki, sevdiğim sesleri düşünüyor, araştırıyorum ama işitemiyorum. Yeryüzünün gürültüsü içinde, sessizliğin azabını çekiyorum. Her şey gözüküyor ama onlardan hiçbir şey anlamıyorum. Genel ahenk artık içimde değil, dış şeylerde, hayalimde, gönlümde değil asla... İnsanlarla ilgim kesilmiş, birliğinden

ayrılmışım onların. Karşımda varlıkların mânası kalmamış... yalnızım, yaşayan dünyada ben...