İslam dünyasındaki en büyük sıkıntı, kişinin kendi dindarlığını yaşamasından ziyade başkalarının kendi yaşam biçimine göre şekillendirmeye zorlanmasından kaynaklanıyor. Bu noktada yapılması gereken en temel unsur bir insanın bir diğer insanın yaşam alanına saygı duymayı öğretmekten ibarettir.
Güneş batıp akşam ezanı okunduğunda, kadınların uzun gecesi ve sokağa çıkma yasağı başlar.
Erkeklerin durumu değişiktir. Onlar dindarlığını cumada, esnaflıklarını dükkanda, memuriyetlerini dairede, işçiliklerini tezgahta, babalık, evlatlık ve kocalık vazifelerini evde, eşlerini komşuda, tavşan kanı çayları sobanın üstünde, samanlıkta serinlemiş
karpuzları sofrada ezcümle aile saadetini evde bırakıp geceye karışabilirler.
Sultan Abdülhamid oldukça dindar bir insandı. Kızı Ayşe Sultan babasının dindarlığını şöyle anlatmıştır: “Babam doğru ve tam dinî itikada sahip bir Müslüman’dan başkası değildir. Beş vakit namazını kılar, Kur’ân-ı Kerîm okurdu. Daima camilere devam ettiğini, Ramazanlarda Süleymaniye Camii’nde namaz kıldığını, o zamanlar camide açılan sergilerden
alışveriş ettiğini hikâye tarzında anlatırdı. Babam herkesin namaz kılmasını, camilere devam edilmesini çok isterdi. Sarayın hususi bahçesinde beş vakit Ezân-ı Muhammedi okunurdu. Babamın bir sözü vardı; ‘Din ve fen...’ derdi. ‘Bu ikisine de itimat etmek caiz.’ derdi.”