"Gerçekten İbn el-Heysem doğa bilimine yeni bir ele alış ve onu Yunanların doğa araştırmalarından açıkça ayıran Galilei dönemini aşarak modern deneysel fiziğe bağlayan metodu ilk defa getiren kimsedir."
Klasik mekanikten ayrılmanın gerekliliği deneysel sonuçlarla açıkça gösterilmiştir. İlk olarak, klasik elektrodinamikte bilinen kuvvetler, malzemelerin herhangi bir kesin fiziksel ve kimyasal özelliğe sahip olabilmesi için gerekli olan atom ve moleküllerin olağanüstü kararlılığının açıklanması için yetersizdir.
S. Eisenstein'ın deneysel çabalarından büyük bir bölümü bu alana yöneliktir; yani değişmece (Trope) olarak görüntüye: Eğretileme (Metapher), düzdeğişmece (Metonymie) ("Ekim" filmindeki artık klasikleşmiş "Tanrılar" çekimleri), konuşucularla yaylı çalgıların paralelliği (aynı filmde), optik imgelerde ündeşlerin (cinas) yeniden üretilmesi, sözcük oyunları - tüm
bunlar, filmdeki görüntünün başlangıçta kendisi için hiç de tipik olmayan dilsel bir göstergeye özgü özellikler kazandığını belirgin duruma getirmektedir. Kurgusal sinema -burada klasik bir örnek olarak yine "Ekim" filmini göstermek zorundayız-, özgül bir sinema dili yaratmayı kendine amaç edinmişti. Bu sinema dilinin planlı yapısı, insanların konuşmalarını
düzenleyen yasalardan ve fütüristlerin, özellikle Mayakosvki'nin poetik dilsel deneylerinden etkilenmiştir. Kerenski'nin merdivenleri çıktığı ünlü bölümde, "merdivenleri çıkma" anlatımının ikili anlamıyla (doğrudan ve değişmeceli) yapılan dilsel oyun, eğretilemeli görüntülere ilişkin bütün bir sistemin temelini oluşturmaktadır. Ayrıca Eisenstein'in
imgeselliği ile Mayakovski'nin eğretilemeleri arasındaki karşılıklı ilişkide kolaylıkla görülmektedir (Mayakovski'deki eğretilemelerin, dile dahil edilen resim sanatına özgü, çizgesel ve filmsel simgesellik ilkesine dayanılarak kurulmuş olması ilginçtir.)
Felsefî görüşlere sahip olmanın yanlış bir yanı yoktur. Herkesin doğru veya yanlış felsefî bir görüşü vardır. Öte yandan, halk eğitiminde, felsefenin açıkça tanımlanması ve bilim kisvesi altında sunulmaması gerekir. Kuşkusuz, insan doğasına ilişkin hiçbir felsefî görüş, Newtoncu fizik veya Mendel genetiğiyle eşit değerde bir düşünce olarak ele
alınmamalıdır. Ne var ki Amerikan halk okulları biyoloji sınıfları tam da bunu yapmaktadır. Evrimin tasarlanmamış olduğunu ve bunun sonucu olarak insan varlığının salt bir tesadüf olduğunu savunan doktrin, deneysel bilimden ziyade, materyalist felsefeden kaynaklanmaktadır. Açıkçası, biyoloji öğrencilerine materyalist felsefe, deneysel bilim kisvesi altında
öğretilmektedir. Materyalist felsefe bağlamında ne düşünülürse düşünülsün, kuşkusuz o, kanıttan çıkarsama yapmak yerine, kendisini zorla kanıta kabul ettirecektir. Her ne kadar işin içinde bilimsel meseleler varsa da, gerçekte özü mittir.
İngilizler, her zamanki gibi, konuya daha ihtiyatlı yaklaşıyorlardı. John Locke 1695 yılında yayımlanan Hristiyan İnancının Akliliği başlıklı eserinde, Tanrısal vahiyle aklın ilkeleri arasında çatışma olmadığını gösterme çabasındaydı. Mucizelerin doğruluğuna kati surette inanan Locke’un Kutsal Kitap metniyle büyük bir problem içinde olduğu söylenemezdi.
Ne var ki, İnsanın Anlama Yetisi Üzerine Bir Deneme, isimli eserinde, Locke'un insan zihninin doğuşta boş olduğu ve zaman içinde tecrübe neticesinde deneysel bilgi edinimiyle gelişim gösterdiği düşüncesi, zihnin yadsınmasına ve tek gerçeklik düzeyinin maddi dünyada olduğunun iddia edilmesine kadar götürüldü ileriki dönemlerde. Özellikle de 18. yüzyıl Fransız
materyalistleri tarafından.
Deneysel sonuçlar, zihnin doğasına dair bazı kavrayışlarla çelişse de zihinle ilgili rakip geleneksel açıklamaların çoğu, an itibariyle sahip olunan ya da gelecekte sahip olunması muhtemel her türlü deneysel kanıtla tutarlılık arz eder. Felsefi soru, bu kanıtları ne yapacağınız ile ilgilidir. Bu noktada kılavuzunuz salt bilimsel olamaz. Bilim, deneysel bulguları
açıklamak için bir sistemler sınıflandırması yapar, ancak me bir katı bilimsel ilke bu bulguları nasıl yorumlayacağınızı ya da anlamlandıracağınızı söylemez. Bu iş için sırtınızı "sağduyu"ya ve felsefeye dayamalısınız. Ancak buradan deneysel bulgular belirli felsefi kuramları destekler gibi bir sonuç çıkarılmamalıdır. Aksine, bilimsel bulguları ayıklamak ve
bunları hem sıradan deneyimlerle hem de başka bulgular temelinde edinmiş olduğunuz inançlarla uzlaştırmak da bir yönüyle felsefe yap- maktır: Felsefe yapanlar yalnızca filozoflar değildir. Öz-bilinçli bir şe- kilde felsefe yapanlar ise adanmış filozoflardan olurlar.
Metafiziğe hoş geldiniz. Metafiziğin, bilhassa metafiziğin ontoloji adı verilen dalının, geleneksel bir işlevi de şeylerin nasıl var olduğuyla ilgili genelgeçer ve etraflı bir kavrayış sağlamaktır. Ontolojinin bu iş- levi, belirli bilimsel amaçların izlenmesinden ziyade, farklı bilimlerin ortaya koyduğu beyanların birbiriyle uzlaştırılmasını içerir. Bilim ve sıradan
deneyimler arasındaki anlaşmazlığı giderme girişimi de bu işlevin bir parçasıdır. Bir bakıma bütün bilimler, sıradan deneyimi verili kabul eder. Sonuçta bir bilim, deneysel çıktıları doğrulayacak gözlem- lere başvurduğu ölçüde "deneysel" kabul edilir. Ancak görünen o ki, gözlem fiilinin içsel karakteri (ve dolayısıyla gözlemcilerin karakteri) bilimlerin elinin
değmediği bir alan olarak kalmıştır. Gözlemin -dışarıya dönük bilinçli deneyimin- doğası bilimin sınırlarında durur. Bu bölümün başlarında bahsettiğimiz muamma, işte tam da bu noktada yeniden kendini gösterir.
Bu kez, dilin yapısını ve sınırlarını, soyut bir mantıksal kuramdan çıkarsamak yerine, deneysel inceleme yoluyla bulgulamayı deneyecekti. Dil, insan yaşamının bir parçasıdır; o, bütün biçim ve işlev karmaşıklıklarıyla birlikte bu çerçeve içinde incelenmelidir.
...felsefe aynı anda hem olanaklı tüm deneyin ötesine geçmeye, hem de deneysel bakışı korumaya çalıştığında gidebileceği hiçbir yer kalmaz.
Dolayısıyla felsefenin gerçek görevi, metafizik kurgunun olanaksızlığını gösterecek biçimde, insan düşüncesini dizgesel olarak eleştirmektir. Düşüncenin gerçek anlamda felsefeye dönüşmesi, geriye dönüp de kendini
incelediğinde gerçekleşir.
Klasik bilimler teolojiyle dinin hizmetinde ikincil bir pozisyonda olmayı kabul etmelidir -yani geçici olan ebedi olana hizmet etmelidir. Klasik bilimlerin içerdiği bilgiyi sevmek gerekmez, ancak meşru bir şekilde kullanılabilir. Orta Çağ'da bilimsel bilgiye karşı böyle bir bakış açısı hâkim olmuş, modern dönemlere kadar varlığını sürdürmüştür. Augustinus'un hizmetçi
bilimi örneğin on üçüncü yüzyılda yararlı bilgi taraftarlığıyla deneysel bilimin kurucularından biri haline gelen Roger Bacon tarafından açık açık ve uzun uzadıya savunulmuştu.
—