"Fakat herhalde ikinci bir aşka atlamak , senin için o kadar güç olmamıştır.İnsan evvela kendi kendisinden utanır gibi olur ama , bilir misin, bizim en büyük maharetimiz nefsimizden beraat kararı almaktır. Vicdan azabı dedikleri , şey ancak bir hafta sürer .Ondan sonra en aşağılık katil bile yaptığı iş için kâfi mazeretler tedarik etmiştir ."
"Şürela tarafından takip edildiğinde ya da bu konuda bir tehlike sezildiğinde, pantolon ve ayakkabılar çıkarılıp ters bir şekilde yeniden giyilir. Eğer bunu yapmak mümkün değilse geri geri yürünmelidir. Ondan kurtulmanın başka bir yolu yoktur.
Anadolu'daki şeytana pabucunu ters giydirmek sözü bu durum ile bağlantılıdır.
Ayrıca sudan korktuğu da bilinir. Ondan
kurtulmak için akarsuya atlamak işe yarayabilir.
Böyle bir durumda Şürela 'Suyun başı ne tarafta?' diye sorarsa, ters taraf gösterilmelidir. Tatar Türklerince kullanılan 'Şürela'ya suyun başını göstermek' deyimi, en kurnaz insanları bile aldatmak anlamına gelir."
İçimde hep bir uktedir top oynamak ,saklambaç veya ip atlamak ...düşünsenize cocuksunuz ve yuruyemiyorsunuz .arkadaşlarınız birbirini kovalıyor ,sizin eliniz kolunuz bağlı ,sadece oturup onları izliyorsunuz
Düşünme ile incelemeyle endişeler ve acılar içinde geçen yıllardan sonra dünyanın deliliği ve hilelerinin kırılmış prangalarından kalktım; özgürlük ve eşitliğe giden yeni bir yaşamın eşiğinden atlamak için. Kalplerimizin baskıya karşı duyduğumuz nefret ile özgürlüğe beslediğimiz sevgiyle coştuğu o günler muhteşemdi!
HAZİNE OYUNU
...
Ayakkabılarını çıkaran Yiğit, hemen odasına gitti. Hızlı bir biçimde okul kıyafetlerini üzerinden çıkardı. Eşofmanlarını giydi. Bilgisayar başında oyun oynarken rahat giysiler giyiyordu. Daha sonra bilgisayar masasının başına geçti ve bilgisayarı açtı. Bilgisayar açılır açılmaz hemen en son oynadığı oyun sitesine girdi. Siteye giriş
yaptı ve dün akşam kaldığı yerden Hazine oyununu sürdürmeye başladı. Bir yandan da oyunla ilgili forumlara ve önemli sitelere giriş yapmıştı . Hem oyun oynuyor hem de buralardan kazanmış olduğu altın ve elmasları satmaya çalışıyordu.
Aslında Hazine oyunu ücretsiz bir oyundu.
Herkes siteye girip üye olabiliyor ve ücretsiz
bir biçimde oyunu
oynayabiliyordu. Ancak
oyunu hazırlayan firma ustaca ve kurnazca
yöntemler geliştirmişti. Oyunu oynayanlar bir süre sonra hırs yapmaya başlıyordu ve oyunda seviye atlamak için degişik araçlan elde etmeye çalışıyorlardı. Tabi bunlar ücretliydi. Böylece oyunu bedava oynayan oyuncular, oyunda başarılı olabilecek araçlara kavuşmak için yüklü miktarda para ödemek
zorunda kalıyordu.
Bu oyunun bir özelliği de oyunculanın ellerindeki değişik araçları ve birikmiş değerleri birbirlerine hediye edebilmeleriydi. Tabli bu hediye etme karşılıksız olabileceği gibi belli bir para karşılığı da olabiliyordu. Yiğit oyunda iyice ustalaştiği için başkalarina hediye edebileceği birçok araç ve birikmiş değere sahipti. Bunları uygun
fiyatlarla başkalan hediye ediyor", yani satıyordu. Böylece her hafta belli miktarda para kazanmaya başlamıştı .
...
Miladi 13. yüzyılın başlarından kalma olan İbnü'l-Fârız'ın Kasîde-i Tâiyyesi edebiyat ve tasavvuf çevrelerinden ilgi çekmiş ve etkisi büyük olmuştur. Arap edebiyatı ve şiiri bakımından fevkalâde değerlidir. Ayrıca ilahî aşk ve tasavvuf düşüncesi konusunda tükenmez bir hazîne hüviyetindedir.
Tâiyye şiirdir, zor bir metindir. İbn Fârız Divan'ının
tamamını şerh eden bazı şârihler zorlandıklarını itiraf edip Tâiyye'yi şerhten vaz geçmişlerdir, el-Bûrinî ve el-Alemî adlı şârihler böyledir. Bu eserdeki sûfiyâne incelikler ve mânevî hakikatleri kavramakta zorlanmışlardır. (Abülhalık Mahmud, Dîvânu İbni'l-Fârız, s. 219, Kahire trc.) Onun için Tâiyye'yi tercüme ve şerhetmeye cesaret eden az çıkmıştır.
Tâiyye, İsmail Ankaravî'nin dikkatini çekmiştir. Ona göre bu manzûme parlak sözleriyle insanın içini aydınlatır. Onu yeterince anlatmak zordur. Bu kadar değerli bir kasîde ne yazık ki Arap dili perdesiyle örtülü olup o güne kadar Anadolu'daki tâlib ve âşıklara yüzünü göstermemiştir.
Ankaravî onu Türkçe'ye kazandırmaya niyet eder. Şârihimizin
önsözünden anladığımıza göre, bu ay yüzlü Arap güzelinin cemâlinden bizim insanımız da istifâde etsin diye düşünür. Fakat her defasında hakkıyla bu işi yapamam diye geri durur. Ama bunu çok da istemektedir. Bu tereddütlü durum onu hayli rahatsız eder, sonunda Cenâb-ı Hakk'a yönelip istihârede bulunur, Allah'a sığınır ve yazmaya karar verir.
Ankaravî
beyitlerin şerhinden önce mukaddime kısmında bir kısım tasavvuf terimlerini açıklama ihtiyacı duymuştur. Burada önce "vücud" kavramı, "isim ve sıfatlar" ve "hazarât-ı hams" hakkında bilgi verir. Sonra bir kısım tasavvuf ıstılahlarını kısa kısa açıklar, nihayet "ilâhî muhabbet" konusunu izah eder.
Elinizdeki neşir sırasında lügat ve i'râb bölümleri
geniş okuyucu kitlesi için gereksiz olabilirdi. Bu sebeple bir ara bunları çıkarmayı düşündüm. Ama o zaman eserin bütünlüğü bozulacaktı. Ayrıca bu bölümlerde de yeri geldikçe fikrî, tasavvufî konulara değinildiği oluyordu. Meraklıları için lügat ve Arap grameri bakımından faydalı olabileceği kanaatine ''ardım. Bu bölümleri farklı ve- küçük puntoyla yazarak
okurken atlamak isteyenlere de kolaylık sağladık. Bu bölümlerin sadeleştirmesinde, gramere ait teknik konular olduğundan ve şârihin üç dili harmanlayan bir cümle yapısı kullanmasından dolayı, zorlandığımı ve tutarlı bir üslup geliştiremediğimi itiraf etmeliyim. Gene de biraz dikkatle, anlaşılabileceğini sanıyorum.
Ankaravî asıl söyleyeceklerini "ma'nâ" ve
"tahkîk" kısmında söylemiştir. Şerhte Osmanlı dönemi tasavvuf anlayışının yetkin bir örneğini görebiliriz. Buradaki bilgi ve görüşler İbn Fârız, İbn Arabî, Mevlânâ ve İran-Horasan tasavvuf düşünce ve kültürünün harmanlanması olarak ifade edilebilir.
Şârihimiz başta Mevlânâ olmak üzere, tasavvufî Fars edebiyâtına vâkıf olduğundan oralardan
sıkça alıntılar yaparak şerhini zenginleştirmiştir.
Bazıları, İbn Fârız, Mevlânâ ve İbn Arabî arasında düşünce farkı görür ve ilk ikisinin anlaşılmasında şârihler yüzünden İbn Arabî hâkimiyeti ağır basmıştır derlerse de; Osmanlı entelektüel tasavvuf düşüncesi bunların hepsini mezcetmeyi başarmıştır denebilir. Tevhîd ve ilâhî aşk
tasavvufun ve bu üç mümtaz şahsın temel meselesidir. Elbette her biri kendi üsluplarıyla bunları işlemiştir. Ama aralarında ciddi farklılık olduğunu söylemek doğru değildir.
......
Prof. Dr. Mehmet Demirci
Dokuz Eylül Ü. İlahiyat Fakültesi
Tasavvuf Anabilim Dalı Başkanı
2006-İzmir
Kurbanın üzerinden atlamak veya alına kurban kanından sürmek, İslâm’da yeri olmayan bid’at (dine aykırı) uygulamalardır.