İngilizce'deki "cadı” (witch) sözcüğü "bilge kadın” anlamına gelen wicca’dan türemiştir. Bilge kadınlar ebelik yapar ve şifalı bitki ve otların iyileştirici özellikleri konusunda geniş bir bilgiye sahip oldukları için hastaları iyileştirirdi. Yani cadılar, ilk doktorlardı. "Cadı" sözcüğü ancak ataerkil düzen başladıktan sonra olumsuz yananlamlar edindi;
bu yananlamlar günümüzde de varlığını sürdürmektedir.
Egemen ve sömürgeci sınıfların eğitim ve kurumlaşmaları he ne kadar toplumun yararınaymış gibi gösterilsede özünde toplumsal zihniyet karşıtlığı üzerinden inşa edilmistir. Ataerkil aile, iktidar-devlet ekSenli haVra, kilise, camii, okul-üniversite ve kışlalar egemen zihniyetin insa edildiği kurumlardır. Söz konusu kurumlarda bir taraftan toplumsal zihniyet
başlatılırken öte yandan iktidarcı zihniyet inşa edilmektedir. Günümüzdeki bu kurumların en basitinden en gelişkinine kadar, bu rolleri görülüp tavır
alnmadan toplumun zihniyet sorunlarnın çözülemeyeceği açıktır.
Toplumsal açıdan bireyci, bencil ve sınıfçıdır. Eko-sistem karşıSında fetihçi-işgalcidir. Ekonomik bakımdan özel-devlet mülkiyetçiliğiyle sömürgecidir. Cinsiyetler ilişkisinde ataerkil ve toplumsal cinsiyetçidir. Hiçbir ilke ve ölçü tanımaz. Iktidarcı ve devletçidir. Toplumsal sorumluluk sahibi değildir. Yapicl, geliştirici değil, yıkıcı ve savaşçidır. Değer
üretmez, kendini bilmez, avare ve tüketicidir. Özgürce düşünmez, özgür değildir. Ahlaktan yoksun birakıldığı için iradesiz, uyur-gezer durumdadır. Nereye ve kime bağlı olduğunun farkında değildir, dogmatiktir. Kendini yeniden üretebilecek gücü , anlayışı yoktur. Bilinçsizce uzay boşluğu içinde yaşamaktadır.
Egemenlik ilişkileri ve ataerkil sistem prens, prenses, kral, sultan ve paşalarla ezilen kitlelerin acı, gözyaşı ve kanları pahasına bu sistemi sürdürmüşlerdir. Bu da pek övünülecek bir durum değildir. Bizler bu anlamda bütün bu unsur ve değerleri tarihin çöplüğüne atmadıkça özgür ve eşitlikçi bir dünya oluşamaz. Bu tür algı bozuklukları kabul edilebilir bir
durum değildir. Bu tür sıfatlar esenler için bir anlam ve değer ifade edebilir, ama kavramları ezilenlerin sahipleniyor olması patolojik bir durumdur.
Cinsel saldırı suçunun mağduru bir kadına yargıç şunu söyleyebilmiştir: "Hafif bir kadına benziyorsun acaba bunun için mi saldırıya uğradın?" Müdafiin, müdahilin, mağdurun ve dinleyenlerin çoğunluğunun kadın olduğu bir mahkemede yargıç: "Burayı kadınlar hamamına çevirdiniz!" diyebilmiştir. O nedenle hukuk uygulayıcılarının son derece önemlidir görevleri.
Ataerkil yapının dayatmalarını ve bilincimize soktuklarını hatta bu yapının erkek dünyasına sağladığı kolaylıkları bir kenara bıraktıkları ve vicdanlarını ön plana çıkardıkları takdirde herhalde çok katkıları olacaktır.
Radikal Feminizm:
Radikal feminist kuram 1960’ların sonunda ortaya çıkmıştır.Radikal feminizm 1960’larda savaş karşıtı oluşumlarda yer alan kadınların,üzerlerindeki baskının kaynağının kendi yoldaşları olan erkek radikallerin olduğunu fark etmeleri sonucu ortaya çıkmış ve yeni sol kuramdaki erkeklerin kadınlara karşı tavırları,tarzları ve onları sürekli
ikinci sınıf konumda tutulmalarına karşı bir başkaldırı olacak şekillenmiştir.Dönemin feministleri yeni solun toplumsal adalet ve barış mücadeleleri ile kadınların öznellik sorunlarının da aynı önemde olması gerektiği kanaatine varmışlar,toplumdaki baskının temelinde de erkeklerin kadınlar üzerindeki baskısı ve egemenlik çabası olduğundan devrimin feminist
düşünce ile gerçekleşeceği sonucuna ulaşmışlardır.
Kadınlar üzerindeki baskının kaynağının kapitalizmden ziyade erkek egemen zihniyet olduğu,bu noktada kadınların erkekler tarafından baskılanan bir sınıf niteliğini taşıdığı bu nedenle de kadınların bir araya gelerek üzerlerindeki ataerkil baskıdan kurtulmak için mücadele etmeleri gerektiği
savunulmaktadır.
Radikal feministlerin kadınların kendilerine biçilen kadınlık rollerinden kurtularak özgürleşebileceklerine dair pek çok önerileri bulunmaktadır.Bu önerilerden birisi,tüm cinsiyet rollerinden arınıp cinsiyetsiz bir toplum düzenine geçilmesidir.
Kadınların bu şekilde baskılanmasının altında yatan neden “kültür”adı altında erkek
egemenliğine göre şekillenen toplumsal rolüdür.Bu nedenle de kadının özgürleşmesinin anahtarı toplumsal cinsiyet ayrımlarının ortadan kaldırılarak cinsiyetsiz bir toplumun oluşturulmasıdır.
Sosyalist Feminizm:
Kadınların toplumsal cinsiyet rolleri kapsamında temel görevlerinden birisi de ev işlerini yapmaktır.Erkek,dışarıda belirli bir saat aralığında çalıştıktan sonra eve gelip dinlenme imkanına sahip iken kadın açısından böyle bir durum söz konusu değildir.Mesai kavramı olmaksızın tüm gün emek harcamalarına rağmen emeklerinin maddi herhangi bir
getirisi bulunmamakta tüm bu emek ve mesai “sevgi emeği”olarak değerlendirilmektedir.Bu noktada sosyalist feminizm,patriyarkal kapitalizmin kadın emeği üzerindeki denetimini esas almaktadır.Bu denetim mekanizması nedeniyle kadınlar erkek egemenliği altında kendilerini gerçekleştirebilme imkanından yoksun kalmaktadırlar.Kadının emeğinin bu şekilde patriyarkal egemenliğin
kontrolünde olması,kadının sadece ekonomik varlığının değil emeğinin ve bedenin de erkek kontrolünde olması anlamına gelmektedir.Kapitalist sistem içerisinde kadının görevi ev içi işler ve annelik ile sınırlandırılmakta ve bu doğrultuda kadın,ekonomik özgürlüğünü kazanmasını sağlayacak mesleki faaliyetlerden ziyade ev içi işlere yönlendirilmektedir.
Özellikte kapitalizmin özel alan-kamusal alan ayrımını benimsemesi ve kadının tüm yaşam ve emek alanı olan evin özel alan olarak nitelendirilerek bu alanı eşit yurttaşlık haklarının tanındığı ve korunduğu kamusal alandan ayırması feministler tarafından eleştirilmiştir.
Kadın,tüm engellemelere rağmen iş hayatına atıldığında da yine emeğinin
karşılığını alamamaktadır.Kadınlar her ne kadar erkekler ile eşit işler yapsalar da ucuz işgücü olarak görülmektedirler.
Sosyalist feministlere göre;kapitalist sistem ataerkil merkezli bir sistem olup kadınlar hem cinsiyetleri nedeniyle hem de ucuz emek gücü olarak değerlendirilerek ezilirler.Sadexe ataerkil mücadele veya sadece emek mücadelesi kadınların ezilmelerini
engellemeye yetmez.Bu yüzden de kadınların gerçek anlamda özgürleşebilmeleri için hem cinsiyet eşitsizliğinin hem de sosyal sınıf eşitsizliğinin ortadan kaldırılması gerekmektedir.
İfade özgürlüğü insani kültürümüzün kurucu unsuru, insan haklarının çekirdeği, özgürlüğün temelidir. Ne var ki ataerkil toplum, kadını sessiz birey sınıfına sokar. Ne sesimizi, ne düşüncelerimizi, ne isteklerimizi duymak ister. Kişiliğimizi dile getirmemizi engeller. Yüksek sesle konuşan erkek, cesaretli, güçlü ve özgür bir birey olarak saygı görür. Konuşan
kadınsa utanması gereken bir deli olarak nitelendirilir. İşte ben, Kendini ifade etmeye cesaret eden "isterik" ve "utanç verici" bu kadınlardan biriyim.