Sabahattin Ali
Sabahattin Ali

Dışarıda mevsim baharmış
gezip dolaşanlar varmış
günler su gibi akarmış
geçmiyor günler geçmiyor.

Tahir Olgun (Tahirü'l-Mevlevi)
Tahir Olgun (Tahirü'l-Mevlevi)

Zarafetmutad Halil Nihad(Halil Nihat Boztepe) merhumun Ağaç Kasidesi

Bahârı pek severim ki şebâbıdır dehrin
Alelhusüs bahârı bu en güzel şehrin...
Onun telâtüm-i feyzi önünde her bir yer
Gelin çocuk gibi vecd ü neşâta, hande eder.
Tutar da ufku serâser nesim-i pür mevce
Hurüş-i levn-i hadâret akis yapar evce.
Edim-i arz-ı

karartan zılâl-i mâtem erir,
Girer de câme-i reng-i sürura yer yeşerir.
Bu id-i neşede giyse değil midir lâyık
Kışın soyunmuş olanlar yeşilli bayramlık.
Bakındı ufka: dururken yığıntı bir pırtı.
Bugün yeşiller içinde şu dağların sırtı.
Göründü bir çalılıktan dikenli, her bahçe,
Bugün zeminini örtmüş ipekli kaliçe.


Acıklı dalları yâd ettirirken iskeleti,

Bugün ağaçları seyret ki bir çiçek demeti.
Hatırla titreşiyorken bu gövdeler çıplak,
Bugün yeşillere batmış, hırâma müstağrak,
Bakıp fidanlara şaşmaz mısın ki dünkü züğürt,
Nasıl olup takıvermiş öbek öbek zümrüt.
Hurüş-i feyz-i rebii ağaçta dalgalanır,
Onunla

sine-i hulyâda rüh-i şevk uyanır.
Olup da nâmiye güyâ sütun-i fevvâre,
Ağaçla fışkırıvermiş fezâ-yi nevvâre.
Benim gözümde ağaçlar birer hüma gibidir.
Bakın ki her biri zıll-i himâye sâhibidir.
Semâ mümâs oluyorken ulüvv-i pâyesine
Zemin sığınmada her dem cenâh-ı sâyesine.
Görünce didelerim çifte bir ağaç

sırası,
Gelir hayâlime cennet tarikı manzarası,
Onun da zineti olmuş nihâl-i bâr âver,
O sâyelerde akarmış gümüş gibi dereler.

Demiş bu sâye için nüktedân-ı tâze eda,
“Gözetme sâye-i diger, yeter bu sâye sana,
Edib-i nâdire gü, şâir-i bedia tirâz,
Zarif-i hudre şinâs ü suhanver-i mümtiz,
Nihad-ı tâze beyan ki

sevâd hâmesinin,
Olur sipihr-i edebde güneş kadar rengin... Bundan sonra yirmi kadar beyit varsa da

merhumun vasfına dair olduğundan buraya almadım.



***

Geçen nüshada bu serlevha ile neşredilmiş j olan manzumeyi de bazı gençler anlayamamışlar. Türk edebiyatının iflâsı demek olan şu anlamayıştan dolayı gençleri mazur

gördüm. Çünkü Halil Nihat Boztepe senelerden beri tatbik edilen program neticesidir. Bu hazin neticeden edebiyatımızın ruhuna rahmet okumakla beraber mealini anlamamış olanlara tefhim? etmek üzere o manzumeyi şu suretle nesre çevirdim:

Ağaçların çiçek açtığı bahar mevsimini, hususiyle dünyanın en güzel şehri bulunan İstanbul'un baharını pek severim.

Çünkü o mevsim, tabiatın gençlik zamanıdır. Onun coşkun feyzi önünde her yer coşar ve çocuk gibi sevinip güler.

Dalgalana dalgalana esen hafif rüzgâr, ufuk dairesini baştanbaşa kaplar da yerin yeşilliği gök kubbeye akis yapar.

Yeryüzünü kaplamış ve karartmış olan matem rengi erir ve silinir, zeminin sathı, yeşil renkli sevinç elbisesi giyer ve

sevinir.

Kışın soyunmuş olanlar, bu neşeli bahar bayramında yeşilli bayramlık giyseler lâyık değil midir? Şu ufka bak: Dağların sırt, aylardan beri kirli bir pırtı halinde dururken bugün yeşillikler içinde. Şu bahçeleri gör: Dikenli bir çalılık gibi kalmışken şimdi zeminine ipekli halılar döşenmiş.

Ağaçlar, çıplak dallarıyla birer

iskeletin andırıyordu. Hâlâ birer çiçek demeti halini almış.

Hatırla ki bu gövdeler biraz evvel çıplaktılar ve soğuktan titreşiyorlardı. Bahar mevsimi onlara yeşil elbise giydirmiş de nazlı nazlı kırıtıyorlar,

Fidanları görüp şaşmaz mısın? Dünkü züğürtler, nasıl olmuş da bugün öbek öbek zümrüt takınmış?

Bahar feyzinin

coşkunluğu ağaçlarda dalgalanmakta, huyla sinesindeki şevk ve neşe ruhu, onunla uyanmaktadır.

Namiye, yani nebatatın büyüme kuvveti fıskiye olmuş da ağaçlar vasıtasıyla fezaya doğru fırlamış gibi.

Ağaçlar, benim gözüme birer hüma, yani devlet kuşu gibi görünmektedir ki her biri himaye gölgesi sahibidir.! Yükseklikleri sema kubbesine temas

ederken arz da kanatları gölgesine sığınmadadır.

Gözlerim, karşılıklı dikilmiş bir ağaç sırası görünce hayalime cennet yolu manzarası gelir. Meyveli, ağaçlar oranın da ziyneti imiş ki gölgelerinde gümüş gibi dereler akarmış.

Taze nükteler sarf eden, nadir sözler söyleyen, emsalsiz bedialar meydana getiren, zarif ve mümtaz bir edib olan Halil

Nihat merhum:

“Başka bir sâye? arama, ağaç sâyesi sana yetişir” demişti.

O, daima yeni yeni mazmunlar bulup yazan üstat şairin kalemiyle tevsid edilen yazılar, edebiyat fezasında güneş kadar parlak olurdu...