Ancak Popper bir kuram oldukça "doğrulanmış" dediğinde, o kuramın doğru olmasının muhtemel olduğunu ifade etmez. "Doğrulama" sadece bir kuramın geçmiş başarısının ifadesidir ve Popper için geçmiş başarılar gelecekteki başarı şansına dair herhangi bir belirti olmadıgı için -tümevarımsal çıkarımın bir biçimini içerdiğini düşünmek- bu aynı zamanda, oldukça
doğrulanmış bir kuramın bir sonraki testten de alnının akıyla çıkacağını düşünmek için bir sebebimiz olmadığı anlamına gelmektedir.
'Ölüm insana gözün akıyla karası gibi yakın.Dünya hayatı da insanın suya kafasını sokunca geçirdiği süre gibi.Ne kadar durabilir insan ? Biraz sonra bunalır ve kafasını çıkarır.Kafamızı suya soktuğumuz dünya,dışarı çıkardığımız da ahirettir.'
Başlangıçta var olan çevre, sadece şekilsiz değil, aynı zamanda bir yumurtanın içi gibi "saydamsız"dı; bir anlamda gerçekten de bir yumurtaydı, kırıldığında akıyla sarısı ayrılıyordu. Berrak ak ya da yang Gök Kubbe olmak için yükseldi ve yoğun sarı ise, yani yin dünya olmak için dibe indi. Yumurtanın bu iki özünün arasında, bir de ruh vardı: Pan Gu. İki öz
birbirinden ayrıldığında, Pan Gu ayaklarıyla dünyaya sımsıkı bastı, başı da gökyüzüne değdi. "Gök Kubbe öylesine yüksek, dünya öylesine derin ve Pan Gu da öylesine uzun boyluydu," der Huainanzi. Her ne kadar evrenin yaratıcısı olmasa bile, Pan Gu oluşuma katkı sağlayan bir tür aracıydı.
"Oğlum, ben bir gönül insanıydım. Bir tek Allah'ın kuluna bile kötülüğüm dokunmamıştır.
İnşallah bu yüz akıyla giderim Allah'ın huzuruna, imamı çağırmana gerek yoktur, insanın günahı ağırsa imam ne yapsın."
"The Matrix, bir bilimkurgu filmi. Bir masal. Bir komplo öyküsü. Ve her şeyin ötesinde, bir kung fu filmi. Üstelik bu türlerin hepsine el atmakla kalmıyor, el attığı her türün semboller paketini de, favori temalarını da beraberinde getiriyor ve birbirine paralel bir sürü kulvar açarak, hepsini bir arada işliyor. En ilginci de, bu işin altından alnının akıyla kalkıyor."
'Farklı olmak insan ruhu için acı bir deneyim. O kadar yoğun acılar yaşıyorsunuz ki olmak sürecinde yok olmayı özlüyorsunuz. Olmak sürecinde her şeyi ama her şeyi bırakıp sıradanlığa karışmak istiyorsunuz. Sıradanlığın acısı mı kavuşamamanın acısı mı düşündüğünüz her an dünyanın bir cehennem olduğunu idrak ediyorsunuz. İdrak denilen bilincin
kapılarını açan gözlerinizi oymak, kulaklarınızı dağlamak, dilinizi koparmak ve ellerinizi budamak istiyorsunuz. İnsan bedenine zulmeden bu eza yıllarını alnınızın akıyla tamamlarsanız beyin denen azgın kurdun istencinin dineceği güne ve Tanrının ışığına ulaşıyorsunuz. İşte o zaman Tanrının ışıklarıyla yıkanan ruhunuzdan saçılan ışıkları yukardan bir
yerde öylesine yorgun, mutlu, tembelce izliyorsunuz. İbni Sina adını anan her yürekte filizlenip, bilgisini kullanan her zihinde yeniden, yeniden, yeniden sonsuz kez doğuyorsunuz.'