Ancak Atatürk hiçbir zaman İslamiyeti terk etmekten yana da olmadı. Camide ibadeti yasaklamadı. Dini görevlerin yerine getirilmesine izin verdi ve Türkiye halkının çoğunluğu, eskiden olduğu gibi dinine bağlı kaldı. Ulema, yapılan reformları kösteklemek için açık bir girişimde bulunmadıkça devlet de din adamlarına karşı gelmedi.
Şehre ilk giren Dük Godefroi oldu. Godefroi de Bouillon, ana Haçlı ordusunun şehre girebilmesi için adamlarına Sütunlar Kapısı'nı açtırdı. Müslümanlar ise endişe içindeydi; çünkü Haçlılar, kuzeyde bulunan surlardan Kudüs'e girmeyi başarabilmişlerdi.
Bunun üzerine Müslümanlar can korkusuyla Kubbetü's-sahre ile Mescid-i Aksa'nın bulunduğu Harem-i şerîf
meydanina doğru kaçışmaya başladılar. Camiye sığınıp kendilerini kurtarmak isterken Tankred onlara yetişti. Mukavemet edecek durumda olmayan Müslümanlar hemen teslim oldular ve kurtuluş parası vaat ederek camiye Tankred'in sancağını astılar.
Tankred, burayı ele geçirerek yağmaya girişti. Bu sırada halkın geri kalani güneye doğru kaçışmaktaydı; ancak
güneyden de Raymond de St. Gilles şehre girerek İftihârüddevle’yi Dâvûd Kulesi'nde kuşattı. Raymond, kuleyi kendisine teslim ettiği takdirde valinin ve adamlarının şehirden çıkabileceğini belirtti. Hicbir caresi olmayan Fâtimî valisi böylece sehri terk etti.
İlim adamlarına film adamlarını kadar değer vermeyen ve saygı göstermeyen bir toplum, cehalet karanlığını nasıl aydınlığa çevirebilecektir?
"Bütün alimler bilsinler ki dünya isteklerinden vazgeçtik. Medreselerle tekkeleri onlara bıraktık, istedikleri gibi bunların gelirlerinden faydalansınlar. Her şeyden vazgeçip bir bucağa sığındık. İşlerine yarasaydı, rebabı da din adamlarına bırakırdık. Fakat ne yapalım, onlar rebaba haram diyorlar, aleyhinde bulunuyorlar; Rebab garip kalmış, biz de o garibi okşamada ve
onun gönlünü yapmadayız. Gariplere dost olmak erlerin kârıdır"
Hz. Mevlana
18 Temmuz’da İslamlığın terakkiye mani olduğunu haykıran Fethi Bey ve arkadaşları bu maniayı nasıl ve ne zaman kaldıracaklardı? Hükümet programı ile mi, yoksa Gazi’nin herhangi bir hamlesiyle mi? Bu bekleyiş uzun sürmedi. Hemen bu akşam (14 Ağustos) heyet-i ilmiye şerefine Türk Ocağı’nda verilen çay ziyafetinde ilk tehlikeli hamle göründü.
Şöyle ki:
Ziyafete M. Kemal Paşa da, ben de davet edilmiştik. Vekillerden kimse yoktu. Hayli geç gelen M. Kemal Paşa heyeti İlmiyenin şimdiye kadarki mesaisi ile ilgili görünmeyerek “Kuranı Türkçeye aynen tercüme” arzusunu ortaya attı.
Bu arzusunu ve hatta zorunlu olan sebebini başka muhitlerde söylemiş olacaklar ki, o günlerde bana Şer’iye Vekili Konya Mebusu Hoca Vehbi
Efendi vesair sözüne inandığım bazı zatlar şu bilgiyi vermişlerdi:
(Gazi, Kur*ân-ı Kerîm'i bazı İslâmlık aleyhtarı züppelere çevirtmek arzusundadır. Sonra da Kur’ân’ın arapça okunmasını namazda dahi men ederek bu tercümeyi okutacak. O züppelerle de işi alaya boğarak aklınca Kur’ân’ı da İslâmlığı da kaldıracaktır. Etrafında böyle bir muhit
kendisini bu tehlikeli yola sürüklüyor.)
Bazı yeni simalardan da söz ettikleri gibi bu akşam da bu
fikre mumaşaat eden (beraber olan) bazı kimseler görünce
bu tehlikeli yolu önlemek için M. Kemal Paşa’ya şöyle cevap
verdim:
- Devlet reisi sıfatıyla din işlerini kurcalanmaklığınız içerde ve dışarıdaki tesirleri çok zararımıza olur. İşi
ilgili makamlara bırakmalı. Fakat, rastgele, şunun bunun içinden çıkabileceği basit bir iş olmadığı gibi kötü politika zihniyetinin de işe karışabileceği gözönünde tutularak içlerinde arapçaya ve dinî bilgilere de hakkıyla vakıf değerli şahsiyetlerin de bulunacağı yüksek ilim adamlarımızdan mürekkep bir heyet toplanmalı ve bunların kararına göre tefsir mi,
tercüme mi, yapmak muafıktır? Ona göre bunları harekete geçirmelidir.
- Din adamlarına ne lüzum var? Dinlerin tarihi malumdur.
Doğrudan doğruya tercüme ettirilmek gibi bazı hoşa giden
bir fikir ortaya atılınca buna karşı şöyle konuştum:
- Müstemlekeleri İslâm halkıyla dolu olan bu milletler kendi siyasî çıkarlarına göre Kur’ân’ı dillerine
tercüme ettirmişlerdir. İslâm dinine ve arap diline hakkıyla vakıf kimselerin bulunamayacağı herhangi bir heyet bu tercümeyi, meselâ, Fransızcadan da yapabilir. Fakat bence burada maarif programımızı tesbit etmek için toplanmış bulunan bu yüksek heyetten vicdani olan din bahsinden değil ilim cephesinden istifade hayırlı olur. Kur’ân’ın yapılmış tefsirleri var,
lazımsa yenisini de yaparlar. Devlet otoritesini bu yolda yıpratmaktansa millî kalkınmaya hasretmek daha hayırlı olur.
M. Kemal Paşa sözlerime karşı hiddetle bütün zamirlerini ortaya attı:
- Evet Karabekir, arap oğlunun yavelerini Türk oğullarına öğretmek için Kur’ân’ı Türkçeye çevirttireceğim. Ve böylece de okutacağım. Ta ki budalalık edip de aldanmakta
devam etmesinler... İşin bir İlim Heyeti huzurunda berbat bir şekle döndüğünü gören Hamdullah Suphi ve Ruşen Eşref:
- Paşam, çay hazır, herkes, sofrada sizi bekliyor... diyerek
bahsi kapattılar.
Bizler de özel masadan kalkarak sofraya oturduk ve yedik içtik. Fakat İlim Heyeti’nin bütün üyeleri üzüntülü görünüyordu.
"Kazım Karabekir
Anlatıyor"
Hazırlayan: Uğur Mumcu,
19 Haziran 1990, Cumhuriyet Gazetesi
Evladım, çocuklar düşüyor yardım et, kurtar onları diye eşkıya reisinden yardım diler. Eşkıya reisi adamlarına emir verir, çocuklar ve denkler tekrar yerleştirilir. Eşkıya reise; dikkatli olmalarını ve yolun tehlikeli olduğunu söyler ve geçidi açıncaya kadar kafileye yol göstermesi için iki adamını bırakıp diğerleriyle dağlara tırmanır...
Onların (Ezidilerin) dini pratiklerini bu kitapların içeriğinden çok gelenekle devralınan kurallar ve ayinler belirlemektedir. Bu özelliğiyle İslam'ın ve Hıristiyanlığın açık, emredici yazılı belgelerinden farklı olarak kuşaklar arası geleneksel aktarılma dayanan bir devir teslim söz konusudur. Dolayısıyla Ezidilerde ezberleme becerisi, bellek günü ve günümüz
deyişiyle "sözlü tarih" çok önemlidir. Zaten Ezidiler diğer dinlerin kutsal kitaplarının da insan eli ve diliyle bozuşturulduğunu, eklemeler çıkarmalar yapılarak tanrısal gerçeklerin, ilk bilgilerin tebdil ve tahrif edildiğini, vahiylerin çarpıtıldığını iddia eder, kendi inançların başına da benzer bir şey gelmesin diye dualarını ve dinlerine ilişkin bilgileri
gizlemeyi yeğlerler. Birbirinden kesin çizgilerle ayrılmış hayli katı bir kast sistemine bağlı olan Yezidilerde okuma-yazma ve öğrenin hakkı tipik bir ruhban kastı olarak nitelendirebileceğimiz şeyhlerin (onların da yalnızca Adani klanından gelme olanlarının) elinde olduğundan, müridler bu bilgileri kendi din adamlarından nakil yoluyla edinirler; bu sebeple de emirlerine ve
din adamlarına tam bir teslimiyetle bağlanmaları gerekir. Ezidilik kayıtsız şartsız itaat edilen dini otoriteye ve emirlik sistemine bağlı olduğundan, "ortak akıl" çok önemlidir. Okuma-yazma ve eğitim sonucu, herkesin kendi aklına göre Ezidiliği yorumlayabileceği endişesi ve diğer dinlerin kutsal kitaplarının elden ele geçerken değiştirilmiş olduğu düşüncesi bu
yasağı güçlendirmiştir.
Bilim adamlarına göre, gökyüzündeki yıldızların sayısı yeryüzündeki kum tanelerinin 10 katından daha fazla.