- " (…) Tasavvufî hafıza ortaklaşa yaşanan, birbirine ilham veren ve açılım kazandıran, kendisine ilgi gösterenleri dönüştüren çok katmanlı bir kolektif tecrübeye dayanır..."
Felsefe yapma genelinde ve din felsefesi yapma özelinde nasıl açılım sağanabilir? Bu, kuşkusuz, cevabı uzun ve tartışmalı olan bir sorudur. Blz, Rubaileri Işığında Mevlana'da Aşk ve İşlevi isimli bu araştırmamızda, bir dinamiğe, aşka atıfla anılan soruyu cevaplandırma, bunu yaparken de, aşk konusunda bilge olan
Mevlana'nın aşk kavramını ne ölçüde yerinde ve
derinlikli kullandığını ortaya koyma amacındayız.
"Kuşkusuz Türkiye Cumhuriyeti erken döneminde benimsenen "eğitim" politikalarındaki en büyük amaçlardan imparatorluk bakiyesi İslami değerlerin hâkim olduğu geleneksel bir toplumdan
modern/seküler değerlerin hâkim olduğu Batılı bir topluma geçişi sağlamaktı."[*]
Tespit yerinde görülsede, Osmanlı toplumunun çok az bir dönemi istisna olmak üzere (Kur'an
referans alan) değil, örfün hâkim olduğu bir yapılanma kurduğu tespitini de eklemek gerekir.
Eğitim, hukuk, gibi toplum yapısını oluşturan paradigma seküler zihnin bakışından farklı
olduğu tespitini yapmak gerekir. (R.S.S.)
[*]Kemalist Ulus Devletin İnşası // Ercan ÇAĞLAYAN, sh,14 - Açılım Kitap -
.
Baharın geldiği haberi insanların meskûn olduğu her yere ulaşınca, yeşillik dertlilerin kalbi gibi yerinden fırladı. Seherde bülbüller, guguk kuşlarına ve kumrulara uyarak ötüp şakımaya başladılar. Bahçelerdeki güzelliklerin ve çiçeklerin yüzünün özleminden şarap içip gençliğini hatırlayan ve bu yüzden de kederlenen bulut gözlerinden yaşlar döküyor,
onun adına da yağmur diyordu. Gonca, açılma hasretiyle kalbini kanla dolduruyor ve başkalarına bunun gülme olduğunu yutturmaya çalışıyordu. Gül, menekşe yüzlü gülyanaklılara imrenerek elbisesini temizliyor ve açılım diyordu. Yasemin, matem elbisesi olarak maviyi seçiyor ve gök renkliyim diye yalan söylüyordu. Hür selvi, salına salına yürüyen selvi boyluların
hasretinden, seherde esen rüzgârın yardımıyla soğuk bir ah çekiyor, el pençe divan duruyor buna da gurur ve kibir diyordu. Sevgilisine kavuşmanın özlemiyle perişan bir halde başını kara toprağa koyuyor, üzüntüden başına toprak saçıyor ve yeşil halı döşüyorum diyordu. Her tarafta başa dikilmiş sürahiler görünüyor, çeng ve rebab sesleri duyuluyordu.
.
Üstümüzde taşıdığımız yükü zamanla öylesine kanıksadık ki, ego’muz sakin oturuş süresince
yara izlerini görüp iyileştirmeye çalışmamıza olasılıkla şiddetle karşı çıkacaktır. Bu sürecin
gözlemlenmesi bizi başlangıçta büyüleyebilir ama yine de bedensel ve ruhsal gerçek acılar
hissetmeye hazırlıklı olmalıyız. Bu durumda tüm "suçu’’
dışımızda arayıp Zen gibi bir şeyle bir daha
uğraşmayı istememe eğilimi belirebilir.
Bu da bir olasılıktır, ama bunu seçersek, yazık etmiş oluruz. Çünkü aslında o yola koyulduk bile.
Çalışmaktan şimdi cayarsak, herhangi başka bir zaman bizi yaşamımızın vahşi ormanından çıkaracak yeni bir
kapı, yeni bir açılım bulmamız gerekecektir. Çünkü
bizi Zen’e başlamaya itmiş olan içimizdeki ses
artık bir daha susmayacaktır.