Gönlün divanı dost sesi koksun diye
Şarkımın bahçelerine kardeş kılıyorum
Şarkılarını...
Gönlün divanı dost sesi koksun diye
Şarkımın bahçelerine kardeş kılıyorum
Şarkılarını...
Gönlün divanı dost sesi koksun diye
Şarkımın bahçelerine kardeş kılıyorum
Şarkılarını...
.
Şah Hatai- Şah İsmail Safevi
Türkiye'de «Hatay» kelimesi, Hatay vilâyetinin Türkiye'ye ilhakından sonra, yani üç sene evvelisine kadar bilinmediği ve kullanılmadığı gibi, bu sözün şümul ve mânası dahi yanlış anlaşılır ve (hata) şeklinde tefsir ediliyordu. Bu kelimenin büyük bir Türk kabilesinin adı olduğunu kimse bilmezdi. Bugün de yine (Hatay) sözünün
yalnız Türkiye'de bir vilâyet adı olduğu ve Hataylı denince yalnız orada yaşayan Türkler kastedildiği, başka yerlerde dahi bu adda bir Türk zümresinin varlığından haberi olanlar azdır. Türkiye Fransa arasında dört, beş sene evvel Hatay meselesi alevlendiği sıralarda bir Fransız gazetesi muharriri Antakya'daki Türklere şu suali sormuştu: «... Siz Hataylılar, eski
yurdunuz olan İran'daki Azerbaycan ülkesine - Tebriz bölgesine dönmek istemez misiniz?» Bu sual Hataylılardan büyük bir kısmının Azerbaycan'da yerleşmiş olduğunu ve Avrupalıların bunu bizden daha iyi bildiğini gösteren bir delildir. Bunun bizce bilinmemesi ne kadar hazindir... «Hata» değil, (Hatay), (Hitay) veyahut (Kıtay) şeklinde kullanılması gereken bu kelime büyük
bir Öztürk boyunun adıdır, ki bu Türk boyunun önemli bir bölüğü İran Azerbaycan'ında yaşamaktadır. Tebriz şehrinin kâmilen Türk olan 300 bin nüfusunun 40 bine yakın bir kısmı Hataylıdır. Bunların mahalle adı (Hataylı mahallesi), göçe (sokak), hamam, mescit ve hattâ asırlık çınar ağacının adı bile (Hataylı çınar) dır. Hataylıların bir kolu da Erdebil
şehri ve civar köylerinde yerleşmiştir. Bunun gibi Azeri Türk şairlerinden büyük Fuzulî’nin de mensup bulunduğu (Bay At) Türk kabilesinin bir kısmı Arabistanda Irakta Kerkük civarında, bir kolu İranda Sultanâbâd şehri ve çivarında, bir bölüğü de Kafkasya Azerbaycan'ının Gökçay kazası Berküşad nahiyesinde yerleşmiş bulunuyor. Bu yayılmanın bazı yanlış
tefsirlere yol açmasından olacaktır ki Fuzulî’yi Profesör Rıza Şefak «İran Edebiyat Tarihi» adlı eserinde İran şairi olarak göstermektedir. İşte adını yukarıda kaydettiğimiz Şah Hataî, Şah İsmail, Safevinin babası dahi bugünkü İranın Erdebil şehri çevresinde yerleşen Hataylı bir Türk Beyinin neslinden türediği için kendine ecdadından yadigâr kalan bu Türk
adını bir şeref ve övünç lâkabı ol rak almıştır. Bu şair, Çaldıran muharebesinde Yavuz 'Saltan Selim tarafından mağlûp edilen meşhur Şah İsmail Safevi’dir ki (Şah Hataî) lâkabile Azeri-Türk edebiyatında mühim bir mevki işgal etmektedir. Mufassal İran edebiyat tarihini yazan İngiliz âlimi Eduard Braun, Şah İsmail’e dair mezkûr eserde 50 sahifelik bir yer
ayırmasına rağmen Şah Hataî’nin edebî yazıları hakkında malûmat vermemektedir. Ona ait yazılarında sırf dinî, siyasî, içtimai, felsefi malûmat neşretmektedir, iki Türk sultanı olan ve çarpışan orduları dahi münhasıran Türklerden ibaret olan Yavuz Sultan Selimle Şah İsmail arasında vuku bulan Çaldıran savaşından önce teati edilen mektup, nota ve ültimatomlar
tafstlâtı ile izah edildikten sonra, Braun şöyle diyor: «... Yavuz Sultan Selim mektuplarında kendisini efsanevi İran şahlarına benzetir, Şah İsmaili ise, «Türk Efrasyab» diye tahkir etmek istiyordu... Şah Hatai’nin orduları Mosulu, Şamlı, Rumlu ve ilh.. gibi Türk kabilelerinden mürekkepti. Savaş alanında onlar daima Türkçe. - Kurban olduğum, sadaka olduğum, mürşidim,
pirim.. gibi cümleler kullanırlardı. Hattâ; Şah İsmail'in payitahtını Isfahana naklettikten ve vefatından da 'yüz yıl geçtikten sonra yine Türk dili Safevîler sarayında en mühim dil sayılırdı..» (İran Edebiyat Tarihi, Profesör Eduard Braun, Tahran, 1316 Şemsî). Şah Hataî, 1478 milâdide Erdebilde doğmuş, 16 yaşlarında Tebrizde saltanatını ilân etmiş, 1523
tarihinde de vefat etmiş. Büyük Fuzulî’den sonra başlıbaşına bir şiir mektebi tesis eden kuvvetli bir şairdir. El yazma divanı Erdebildeki makberesindedir. Hece ve aruz vezninde tasavvufî şiirleri pek kuvvetlidir. Aşağıdaki parçalar onundur;
«Gel gönül, gel hoş görelim bu demi»
«Bu da böyle kalmayı bir gün ola»
«Kişi çekmek gerek gussayi gami»
«Haktan gelir, her ne gelse bir kula»
«Biz de biliyoruz dostu kardaşı»
«Bulamadım bir kara gün yoldaşı»
«Dost geçinip yüze gülen kallaşı» (gelleşi)
«Bahasıdır, satmak gerek bir pula..»
«Hataî, dünyanın ötesi fâni»
«Bizden evvel bunda gelenler hani?»
«Sanma dâim şâd yürüye düşmanı»
«Bir gün ola nöbet ona da
gele..»
GAZEL
«... Görüp kûyünde didarın rakibi, çekme gam hergiz
«Meseldir günderenler ağlamaz gülşende harından.
«Geçüp her masivadan talibi didâr olan âşık
«Elin çekmek gerek ey dil, cihanın cümle varından
«Hayali yâr ile kani olup meyli visal etme
«Şikâyet eylemez sadık olanlar ruzigârından.
«Hataî ölmeğe
can vermeyip meydanı aşk içre
«Yezid olsun, dönerse Mürtazanın Zülfikarından.»
Hacı Mehti - Şukûhî
Sükûhi aslen Tebriz Türklerindendir. Şair olduğu kadar asrının âlimlerinden sayılırdı. Taş basması dörtyüz sahifelik bir kısmı Farisice bir divanı vardır. Hazreti Âdemin cennetten kovulurken, melek Cebrailin ona Türkçe hitab ettiğini ve Hazreti Âdemin Türkçeden başka dil bilmediğini yazan bu şairdir. 1314 hicrî tarihinde 70 yaşında vefat
etmiştir. Şiirleri aruz ve hece veznindedir. Divanı hicri 1321 senesinde (Mehmet Haşim Kaçar) adlı bir (Maragalı) tarafından ve tas basmasiyle basılmıştır. Divanı kaside, gazel, lâtife, hikâye ve hicivleri havidir. Bu şair Mekke ziyaretine giderken İstanbulu görmüş ve «Der Tarif Aliye-i İstanbul» diye bu şehir hakkındaki methiyesi şöyle başlar:
«Menbu şehri
meseli revzeyi rizvan gördüm
«Beski her daş ve kumun lölüü mercan gördüm.
«Her çöle seyr eyledim sünbül-ü süsen taptım
«Her yere geşl eyledim lâlei reyhan gördüm.
«Kahvelerde gece gündüz yığılıp Türk ve acem
«Cevk - cevk işret için meclisi rindan gördüm.
İstanbul'un sefahat âlemini tasvir ettikten sonra şiirini şöyle
bitiriyor:
«Gelen İslambul-a lâzımdı, ki İslâm-ı bula
«Men de bu mes’elede kendimi nâdan gördüm.»
«NASİHAT-İ CELÂLİ» SİNDEN:
«...Veli şûr-u muhabbet bir belâdır
«Bir özge âlemi hayret fezadır.
«Verer kumri gönül bir servi nâze
«Eder canin feda Mahmut Ayaz-e
«Zelihâden alır can mah-i Ken’an
«Satar tersaye dinin Şeyh San’an
«Salır aşk âşıkı deşt-i belâye
«Kul eyler padişahi bir gedaye.»
Hece veznindeki «Sakiame» sinden bir parça:
«Men, saki can, bu sevdâden doymaram
«Gül yüzüne temaşadan doymaram.
«Men ne meyden, ne minâden doymaram..
«Ne dutacak bir piyale bir bele? (bele bu kadar)
«Baş koymuştum eşiğinin
taşına
«Acımadın gözlerimin yaşına
«Meni senden ayıranın başına
«Görüm Tanrı bir taş sala bir bele! '
«ÇEMEN» ADLI MUHAMMESİNDEN :
«...Reyhan egilipti siinbül üste (üstüne)
«Sünbül hem olup karenfil üste
«Bülbül özün öldürür gül üste
«Gül sâye salipti bülbül üste..
«Evzâı bahare kıl
temaşa!
«Elvan giyinipti lâle yüzler - yüzlüler
«Şirin harekât, şehd sözler
«Çok âhu bakışlı kare gözler
«Seyrane çıkıp döluptu düzler
«Bir hayli şikâre kıl temâşa!
BİR ÇOBAN HAKKINDAKİ TASVİRİ:
«Başında tüylü papak var, elinde bir degenek
«Ayakta kıllı çarık, çiğnine salıp kepenek (çiğin-omuz)
«Yeyip kavurtmacı ez bes yogunluyup boyunu
«Özü kesip dereni, yokuşa verip koyunu
«Gider, durar ağacın böyrüne dayak verir
«Kehi (Köroğlu) diyer, Kâh-fışkrâk verir..
Hazreti Âdem cennetten kovulurken onun Türkçeden başka bir dil bilmediğinden melek tarafından ona Türkçe hitab edildiğini şöyle tasvir ediyor: — Âdem atayı cennetten kovmak
için Tanrı katından gönderilen melek evvelce Arapça olarak: «Y a Âdem uhruc minel cenneti» demiş. Âdem ata anlamamış; sonra melek Farisice: «Paşev burev ezin behişt» demiş, Âdem yine anlamamış. Melek Tanrı katına, dönmüş ve Âdem atadan şikâyet etmiş. Ulu Tanrı meleğe demiş, ki: «— Benim kulum Türkçeden başka hiç bir dil bilmez. Git ona Türkçe söyle».
Melek Adem’in yanına gelmiş ve Türkçe: «Haydi sektir buradan» diyince, Âdem ata Havva Hatunun kolundan tutarak kendini cennetin penceresinden yeryüzüne fırlatmıştır». Şükûhî bu hikâyesiyle, ilk adamın Türk olduğunu yani beşeriyetin ilk babasının Türk olduğu hakkında halk arasında yaşıyan bir kanaati ifade etmiş olduğundan, bİLhassa bu hikâyesi masal da olsa
çok dikkate değer bir yazıdır. Şair, kitabının bir yerinde İstanbul Türk şivesiyle müthiş alay etmektedir. Divanı Tebriz Tüıkleri arasında münteşirdir.
Şah Hatai- Şah İsmail Safevi
Türkiye'de «Hatay» kelimesi, Hatay vilâyetinin Türkiye'ye ilhakından sonra, yani üç sene evvelisine kadar bilinmediği ve kullanılmadığı gibi, bu sözün şümul ve mânası dahi yanlış anlaşılır ve (hata) şeklinde tefsir ediliyordu. Bu kelimenin büyük bir Türk kabilesinin adı olduğunu kimse bilmezdi. Bugün de yine (Hatay) sözünün
yalnız Türkiye'de bir vilâyet adı olduğu ve Hataylı denince yalnız orada yaşayan Türkler kastedildiği, başka yerlerde dahi bu adda bir Türk zümresinin varlığından haberi olanlar azdır. Türkiye Fransa arasında dört, beş sene evvel Hatay meselesi alevlendiği sıralarda bir Fransız gazetesi muharriri Antakya'daki Türklere şu suali sormuştu: «... Siz Hataylılar, eski
yurdunuz olan İran'daki Azerbaycan ülkesine - Tebriz bölgesine dönmek istemez misiniz?» Bu sual Hataylılardan büyük bir kısmının Azerbaycan'da yerleşmiş olduğunu ve Avrupalıların bunu bizden daha iyi bildiğini gösteren bir delildir. Bunun bizce bilinmemesi ne kadar hazindir... «Hata» değil, (Hatay), (Hitay) veyahut (Kıtay) şeklinde kullanılması gereken bu kelime büyük
bir Öztürk boyunun adıdır, ki bu Türk boyunun önemli bir bölüğü İran Azerbaycan'ında yaşamaktadır. Tebriz şehrinin kâmilen Türk olan 300 bin nüfusunun 40 bine yakın bir kısmı Hataylıdır. Bunların mahalle adı (Hataylı mahallesi), göçe (sokak), hamam, mescit ve hattâ asırlık çınar ağacının adı bile (Hataylı çınar) dır. Hataylıların bir kolu da Erdebil
şehri ve civar köylerinde yerleşmiştir. Bunun gibi Azeri Türk şairlerinden büyük Fuzulî’nin de mensup bulunduğu (Bay At) Türk kabilesinin bir kısmı Arabistanda Irakta Kerkük civarında, bir kolu İranda Sultanâbâd şehri ve çivarında, bir bölüğü de Kafkasya Azerbaycan'ının Gökçay kazası Berküşad nahiyesinde yerleşmiş bulunuyor. Bu yayılmanın bazı yanlış
tefsirlere yol açmasından olacaktır ki Fuzulî’yi Profesör Rıza Şefak «İran Edebiyat Tarihi» adlı eserinde İran şairi olarak göstermektedir. İşte adını yukarıda kaydettiğimiz Şah Hataî, Şah İsmail, Safevinin babası dahi bugünkü İranın Erdebil şehri çevresinde yerleşen Hataylı bir Türk Beyinin neslinden türediği için kendine ecdadından yadigâr kalan bu Türk
adını bir şeref ve övünç lâkabı ol rak almıştır. Bu şair, Çaldıran muharebesinde Yavuz 'Saltan Selim tarafından mağlûp edilen meşhur Şah İsmail Safevi’dir ki (Şah Hataî) lâkabile Azeri-Türk edebiyatında mühim bir mevki işgal etmektedir. Mufassal İran edebiyat tarihini yazan İngiliz âlimi Eduard Braun, Şah İsmail’e dair mezkûr eserde 50 sahifelik bir yer
ayırmasına rağmen Şah Hataî’nin edebî yazıları hakkında malûmat vermemektedir. Ona ait yazılarında sırf dinî, siyasî, içtimai, felsefi malûmat neşretmektedir, iki Türk sultanı olan ve çarpışan orduları dahi münhasıran Türklerden ibaret olan Yavuz Sultan Selimle Şah İsmail arasında vuku bulan Çaldıran savaşından önce teati edilen mektup, nota ve ültimatomlar
tafstlâtı ile izah edildikten sonra, Braun şöyle diyor: «... Yavuz Sultan Selim mektuplarında kendisini efsanevi İran şahlarına benzetir, Şah İsmaili ise, «Türk Efrasyab» diye tahkir etmek istiyordu... Şah Hatai’nin orduları Mosulu, Şamlı, Rumlu ve ilh.. gibi Türk kabilelerinden mürekkepti. Savaş alanında onlar daima Türkçe. - Kurban olduğum, sadaka olduğum, mürşidim,
pirim.. gibi cümleler kullanırlardı. Hattâ; Şah İsmail'in payitahtını Isfahana naklettikten ve vefatından da 'yüz yıl geçtikten sonra yine Türk dili Safevîler sarayında en mühim dil sayılırdı..» (İran Edebiyat Tarihi, Profesör Eduard Braun, Tahran, 1316 Şemsî). Şah Hataî, 1478 milâdide Erdebilde doğmuş, 16 yaşlarında Tebrizde saltanatını ilân etmiş, 1523
tarihinde de vefat etmiş. Büyük Fuzulî’den sonra başlıbaşına bir şiir mektebi tesis eden kuvvetli bir şairdir. El yazma divanı Erdebildeki makberesindedir. Hece ve aruz vezninde tasavvufî şiirleri pek kuvvetlidir. Aşağıdaki parçalar onundur;
«Gel gönül, gel hoş görelim bu demi»
«Bu da böyle kalmayı bir gün ola»
«Kişi çekmek gerek gussayi gami»
«Haktan gelir, her ne gelse bir kula»
«Biz de biliyoruz dostu kardaşı»
«Bulamadım bir kara gün yoldaşı»
«Dost geçinip yüze gülen kallaşı» (gelleşi)
«Bahasıdır, satmak gerek bir pula..»
«Hataî, dünyanın ötesi fâni»
«Bizden evvel bunda gelenler hani?»
«Sanma dâim şâd yürüye düşmanı»
«Bir gün ola nöbet ona da
gele..»
GAZEL
«... Görüp kûyünde didarın rakibi, çekme gam hergiz
«Meseldir günderenler ağlamaz gülşende harından.
«Geçüp her masivadan talibi didâr olan âşık
«Elin çekmek gerek ey dil, cihanın cümle varından
«Hayali yâr ile kani olup meyli visal etme
«Şikâyet eylemez sadık olanlar ruzigârından.
«Hataî ölmeğe
can vermeyip meydanı aşk içre
«Yezid olsun, dönerse Mürtazanın Zülfikarından.»
« Sarraf »
Haci Rıza (Sarraf) aslen Tebriz Türklerindendir. Hâltercümesi hakkında malûmat elde edilememiştir. 200 sahifelik divanının yalnız 8 sahifesi farisicedir. 1325 hicri yılında vefat ettiğini (Salik) adlı bir şair, divanın sonunda yazmaktadır. Taş basması divanı gazel, mersiyelerden ve kasidelerden ibarettir. Aşağıdaki şiirler onundur:
GAZEL
Şerâr-i Şem’i âhımdan menim; pervaneler yandı
Özüm yandım kül oldum sehlidir bigâneler yandı.
DeyüN Mecnune: bil bihânuman olmaklığın kadrin
Şuâ’ı hüsnü Leylâden serâser hâneler yandı.
Yanarsan ey gönül, gel turreyi cânâne el vurma
Niçin?! meşşâteler çenginde gördüm, şâneler yandı.
TERCİ’ BENDİNDEN BİR
PARÇA;
Meni çerh-i felek âvâre kıldı hânümanımdan
Kenâr etti kenar-i Hüsrev-i şirin zebanımdan
Elim çıktı gülümden, gülşenimden gülistanımdan
Tarik-i âşk’de men çekmişem el bâş-ü canımdan..
Olan Mecnun gibi Zencir-i âşka beste canım vay!
Vatan âvâresi, gurbet esiri hasta canım vay!
Pîr Seyyid Muhammed Nûr'ul-Arabî, Niyazî Divanı Şerhi'nde Eflatun'un nebî olduğuna dair hadis naklinde bulunuyor.
Su Divanı kitabında üzerine düşünülmesi gereken şiirlerden biri...
"Bir damla zehir bütün bardağı zehirler, bir şirk de bütün ameli götürür(???)"
Ta haşre dek sürecektir, yayacaklar fesadı
İfritlerin azgınların budur ancak muradı
Biz seçelim iyi yolu; ıslah ile irşadı
Bu işin de elbet olur bir vakitte hasadı
Bir
bardağa su koyarlar şifa güya isnadı
Bir damlada zehir gizli, mahvediyor bünyadı
Nice sıvı aslen zehir, kim sorarsa imdadı
Zemzem olur çaresi ki hasret kılmış ibadı
Duy sesimi! Beni dinle ey müslüman evladı!
Şeker, şerbet, alkol ile sende zehir inadı
Bu din bir su, beşer susuz, bırakmalı ifradı
Sıhhat ile imar olur memleketin abadı