“Zamanımızda dilimizi bilmek şartıyla herkesin tanımasını isteyeceğim, yani eserlerinde yarına kalacak güzellikler bulunduğuna inandığım iki kişi var: Yahya Kemal ile Nazım Hikmet.” (Nurullah Ataç)
Sömürgeci zihniyet baştan itibaren insan aklının yönlendirilmesinde ve benliğinin şekillenmesinde dilin önemli bir rol oynadığının farkına varmıştır. Bu nedenle Cezayir'i işgal etmeye giden orduya komutanı şunları söylemiştir: Dilimizi öğretiniz ve yayınız ki Cezayir'i egemenliğimiz altına alalım.Dilimiz oraya hakim olduğu zaman biz de oranın gerçek hakimi oluruz.
Atatürk, 9 Ağustos 1928 günü İstanbul Sarayburnu Gazinosunda:
- Arkadaşlar, güzel dilimizi ifade etmek için yeni Türk harflerini ka bul ediyoruz. Vatandaşlara yeni Türk harflerini çabuk öğretiniz. Bütün millete, köylüye, çobana, hamama, sandalcıya öğretiniz. Bunu vatanseverlik ve milliyetperverlik vazifesi biliniz. Bu vazifeyi yaparken düşününüz ki bir
milletin, bir heyeti içtimaiyenin %10'u okuma yazma bilir %90'ı bilmez, bu ayıptır." der.
Peygamberden bahsedince, göz göze geldik. Biz tanımazdık ki onu, yolda görsek dilimizi yutardık ama yine de tanımazdık.
Bizi metamorfoza uğratan, Batılıların gönüllü zihni kölesi kılan bütün Batılı/seküler algılama biçimlerini yıkan, Cumhuriyet tarihimizin ilk düşünürüdür...
Sezai Karakoç, Bediüzzaman ve Necip Fazıl'la birlikte yaşadığımız Batılılaşma/sekülerleşme biçimlerine esaslı bir “semantik müdahale'de bulunmuş; bizi körleştiren ve “köleleştiren”
seküler algı kapılarını kırarak, ilhamına Kur'an'dan, Hazreti Peygamber'den, İslâm düşünce ve sanat geleneğinden alan esaslı bir medeniyet yürüyüşü ve yolculuğu başlatmıştır.
Sezai Karakoç, kendi entelektüel tarihimizi başlatan, tarihi ve zamanı zihni düzlemde yeniden harekete geçiren, dalga-kırıcı ve dalga-kurucu bir çığır açmıştır. O yüzden,
Sezai Karakoç, entelektüel tarihimizde, bize kendi zamanımızı yaşatan, kendi dilimizi kurdurtan, kendi bakış açılarımızı armağan eden, kendi medeniyet yolculuğumuzu yeniden hatirlatan ve başlatan bir milattır. Hatırlatmakta yarar var: elbette ki Bediüzzaman ve Necip Fazıl olmasaydı Sezai Karakoç olmazdı.
Yusuf Kaplan, Yeni Şafak Gazetesi, 21 Kasım 2008.
Ah be kızım, biraz da olsa aşkı tattık biz de. Ağzında açlığını bir süre bastırmaya yetecek kadar tatlılık bırakan boş bir kavanozun dibindeki azıcık balı. Bu son parçanın tadını elimizden geldiğince uzun süre çıkarabilmek için dilimizi dişlerimizde gezdirdik ve bütün hayatımız boyunca başka hiçbir şey daha fazla açlık çektirmedi bize.