Nilgün Marmara
Nilgün Marmara

Korkuyordu, çoğunluk sandığı
bu azınlıktan...

Nilgün Marmara
Nilgün Marmara

Öğretmen,
Hiçbir şeyi öğretiyordu,
Geri alıyordu çift katlı korkudan
Bilme sevincini.
Naylon bir peruka saç yerine - kafası kazılıydı-
Naylon bir hayat ve plastik bir korku.
İnce kolları ince bacaklarıyla düğümlenmiş,
Tebeşire tahtaya ve harflere.
Öğretmemek için geliyordu sınıfa,
Kapatmaya ve öğrenme arzusunu

Yargılanmaya, bir kitap tıkayıp
Boğazlara, susturmaya zaman hakkını.

Korkuyordu, çoğunluk sandığı
Bu azınlıktan.

Murat Menteş
Murat Menteş

Ülkemizde büyük çoğunluk yalnız kendi çıkarı adına ve başkalarının zararına dindar ve dürüsttür.

Tezer Özlü
Tezer Özlü

İntihar düşüncesi peşimi bırakıyor. Çoğunluk gibi doğal ölümü bekleyeceğim.

Şehnaz Erkan
Şehnaz Erkan

TANIK

Asude Zeren’in ailesinin evinin önüne epey toz kaldırarak yanaşıp park ettiğimde saat öğleyi bulmuş olmalıydı. Radyoda yine yaklaşan bir fırtınadan bahsediliyordu ama havada en ufak bir belirti yoktu. Aslında biraz sepelese fena olmayacaktı. Arabaların ve insanların üstüne yapışan toz belki azıcık yatışmış olurdu. Biraz serinlik konukları

sevindirirdi.
Erken gelmiştim, akşama kadar en iyi arkadaşıma biraz yardım ederim diye umuyordum. Aslında parti başladığında gitmiş olmayı daha çok isterdim ama bu mümkün değildi tabii. Asude Zeren’in (iki ismini birlikte kullanırdı) ve müstakbel nişanlısı Onur’un aşklarının bir numaralı tanığı olarak gece boyu ortalıkta olmak gibi bir görevim vardı.

Boş arsalarla çevrili evin etrafında sayısız çelenk vardı. Şehrin bütün ileri gelenleri, şehrin kalburüstü tüm çiçek evlerini boşaltmış gibi duruyordu. Bahçedeyse daha çok çiçekle karşılanıyordunuz. Köşedeki yaşlı salkım söğüt bile neredeyse bütün dalları led aydınlatmalarla sarmalanmış olarak, kuyumcu vitrini gibi parlamak için geceyi bekliyordu. Ortaya

konan altı yuvarlak, ahşap beyaz masa az sayıda hatırlı konuğu ağırlayacaktı. Masaların her biri harikulade bir el işçiliğine sahipti. Etraflarına aynı zariflikte onar beyaz sandalye dizilmişti. Sofra düzeni henüz tamamlanmamıştı, sadece erguvan renkli suplalar masaların üzerine konmuştu. Davetin ağırlığına yakışacak, klasik çalgılardan oluşan mini orkestraya

ayrılan yerin önünden yürüyüp verandaya çıktım. Burada da küçük bir bar kuruluyordu. İçeriye geçtim. Arkadaşım organizasyonla ilgili olduğunu düşündüğüm iki kişiyle konuşuyordu. Beni görünce gülümsedi. Çok sakin görünüyordu. Yüzyıllardır birlikte olan insanlara nişanlanmak heyecan vermiyordu demek ki. Yanıma gelip bana sarıldı. Beylere teşekkür etti,

birlikte üst kattaki odasına çıktık. Ben elbise kılıfımı ve makyaj malzemelerimin olduğu çantamı odasına bırakırken bana bahçe için sipariş ettiği solar aydınlatmaların geç geldiğini, onları şarj etmek için az zamanımızın olduğunu anlattı. Anladığım kadarıyla karanlık çöktüğünde yeteri kadar parlıyor olmayacaklardı. En ciddi sorun buysa çok şanslı

sayılırdık.
Bu evin en sevdiğim yeri salon büyüklüğündeki mutfağıydı. Bana kalsa nişanı orada yapardım. Birlikte mutfağa geçip yemek yedik. Asude Zeren’in iki teyzesi de yanımızdaydı. Ben felaket habercisi olmak istemediğim için fırtınadan bahsetmedim. Konuyu küçük teyzesi açtı. Bu kadar sıcak ve berrak bir yaz günü hiçbirimiz bahsedilen boyutta bir

fırtınayı hayal edemiyorduk. Üstelik yaz başından beri yapılan üçüncü fırtına uyarısıydı bu. İlk ikisi asılsız çıkmıştı. Sonuç olarak Asude Zeren ve ailesi bu nişanı bir kez daha ertelemeyeceklerdi.
Bahçeye çıktığımızda barın kurulma işi bitmişti. Bize içecek bir şeyler ikram etmek istediler, ikimiz de birer kokteyl aldık. Biz masaların arasında

dolanırken bahçe kapısından durmadan yeni çiçekler ve hediyeler teslim alınıyordu. Bir ara onları koyacak yer konusunda organizasyon şirketiyle Seher Hanım’ın tartıştıklarını duydum. Asude Zeren annesini yatıştırmak için onu alıp içeriye götürdü. Ben de sofra düzenine yardım etmek için bahçede kaldım.
Saat dörde doğru beni kuaför geldiği için

çağırdılar. Böylece bütün öğleden sonrayı Asude Zeren’in odasında şampanya içerek ve güzelleşerek, bir pijama partisi havasında geçirdik. Doğrusu arkadaşım kendisini şımartmak için bütün imkânlarını ustalıkla kullanıyordu. Ben de çocukluğumuzdan beri olduğu gibi şımarıklığının ortağı oluyordum.
Bu son derece profesyonel ve bir o kadar pahalı ekip

evdeki tüm kadınlarla işini bitirdiğinde bahçeden keman sesleri gelmeye başlamıştı bile. Ben de hemen en külkedisi halimle baloya katılmak için bahçeye çıktım. Görüntüm kadar kafam da güzel olduğu için artık hiçbir yere gitmek istemiyordum. Konukların yarıdan fazlası gelmiş gibiydi. Onur ve ailesi kapıya yakın bir yerde onları karşılıyor, birkaç samimi cümleden

oluşan kısa sohbetlerle masalarına gönderiyordu misafirleri. Havada, okşamasına hayır diyemediğimiz sakin bir rüzgâr ve birkaç bulut pufu vardı.
Asude Zeren’in Aliexpress’ten sipariş ettiği, güvercin şeklindeki solar aydınlatmalar masaların arasında çok zarif görünüyorlardı. Bu yarı parlak halleriyle bile hiç kimse onların zevkli birer tasarım ürünü

olmadıklarını söyleyemezdi. Orkestra Vivaldi’nin Spring’ini çalıyordu ve ben de yakında evlenecek olanın Asude Zeren mi yoksa köşedeki salkım söğüt mü olduğuna karar vermeye çalışıyordum.
Kısa süreliğine şampanyaya ara verip yerime oturdum çünkü yemek servisi başlamıştı. Arkadaşım ve nişanlısı masaları dolaşarak her masada onlar için ayrılmış

sandalyelere oturuyor ve konuklarla sohbet ediyorlardı. Eğer bir masada sandalyelerden biri alınmış ya da münasebetsiz bir konuk tarafından kapılmışsa Onur hemen Asude Zeren’i dizine oturtuyor, böylece ikisi tek sandalyeyi paylaşıp mutluluklarını sergilemiş oluyorlardı.
Ben, Asude Zeren organizasyon şirketinin önerdiğini beğenmediği için İstanbul’dan getirilen

şefin özel tarifi olan kuzu etini ve yanında garnitür olarak, aslında yöresel bir yemek olduğu halde düğün temasına uygun olduğu için sunulan keşkeği yerken Onur’un babası çocuklarıyla duyduğu gururu anlatan bir konuşma yaptı. Sonradan hatırlayamayacağım şeyler arasında bu konuşma da yer aldığı için detay veremiyorum ama bir ara oğlunun Yale mezunu olduğundan

bahsettiğini ve sertleşen rüzgâr yüzünden devrilen mikrofonu anımsıyorum. Köşedeki salkım söğüdün parıldayan dalları Çaykovski, Bach ve Wagner eşliğinde dans ediyordu. Konuklar ise eşlik etmeseler de içtikleri şampanyaların hakkını veren kahkahalar atıyorlardı. Savrulmaya başlayan saçlar, masalardan uçan peçeteler ve açık mikrofondan gelen uğultu sesleri

arasında birkaç solar güvercinin kanat çırparak havalandığını gördüm. Bastıran yağmurun boşalan kadehleri dolduruşu, eve doğru kaçışan gabardin, saten ve taftalar, hayret nidalarını bastıran gök gürültüsüyle eş zamanlı olarak ortalığın bir an aydınlanması, sonra tamamen karanlığa gömülmemiz... Fırtına öncesine dair tüm hatırlayabildiklerim bunlar.

Yağmur ne kadar sürdü, ne kadar bekledik bilmiyorum ama biraz ayılmaya başladığımda ortalık hâlâ karanlıktı ve konukların çoğuyla birlikte hâlâ bahçedeydim. Sanırım yakınlara bir yere, belki bir trafoya yıldırım düşmüştü ve su alan jeneratörden bahsediliyordu. Evin etrafındaki balçığa dönüşen toprak ve kapanmış olabilecek yol yüzünden kimse gitmeye

cesaret edemiyordu. Karanlıkta olabilirdik ama en azından karnımız toktu ve içkimiz vardı. İçeriden gelen biri, üst katın pencerelerinden, ileride bir evin ışığının göründüğünü söyledi. Seher Hanım’la birlikte girip baktılar. Anlaşılan Seher Hanım bu komşuları tanımıyordu ya da hâlâ yeterince ayılamamıştı. Yine de büyük çoğunluk oraya gitmek istedi.

Asude Zeren gideceği için ben de mecburen gidecektim.
Hava yeniden açılmıştı ama yerdeki çamur yüzünden topuklu ayakkabıyla yürümek imkânsızdı. O yüzden kadınların çoğu, bir ellerinde ayakkabıları diğer elleriyle eteklerini tutarak tek sıra halinde yürüyordu. Bu halimizle peşimize orkestrayı da takmış olsak bir Emir Kusturica filminden fırlamış kadar olurduk.

Işığı görünen ev tahmin edilenden daha uzakta çıkmıştı. Ama yürümeye devam ettik. Ara sıra yönümüzü şaşırıyor, evi gözden kaybediyorduk. Kısa bir süre sonra biri onu yeniden fark ediyor ve tekrar oraya doğru yürümeye başlıyorduk. Sanki ev biz yaklaştıkça yer değiştiriyordu. Bir süre sonra evden müzik sesleri de gelmeye başladı. Orada da bir kutlama

olmalıydı ve belli ki onların jeneratörleri sağlam kalabilmişti. Evi çevreleyen çelenkler de bu tezimi doğruluyordu. İyice yaklaştığımızda bahçeden gelen kahkahaları da duyar olduk. Konuşan bir erkekti, oğlunun Yale mezunu olduğunu söylüyordu. Rüzgârın mikrofonunu devirdiğini duyduk.
Olduğumuz yerde donakalmıştık. Kimse bir adım daha atmaya cesaret edemiyordu.

Gruptan da çıt çıkmıyordu. Fırtına tekrar başlamıştı ve bahçede, ışıldayan dalları hızla savrulan bir salkım söğüt görülüyordu. Tam da o anda, gökyüzünden bir el uzanmış gibi, bir yıldırım evi yakaladı ve çığlıklar eşliğinde korkunç bir gök gürültüsü kulaklarımızda patladı. İnsana sonsuz gibi gelen o kısacık anlar içinde ev öyle bir hızla

yanmaya başlamıştı ki, yangının bahçeye ağaçlara ve kapı önünde duran arabalara sıçraması sadece birkaç dakika sürmüştü. Ne kadar süre olduğumuz yerde durup izledik bilmiyorum ama dışarıya çıkan hiç kimseyi görmedik.

Nuri Sel
Nuri Sel

Parlamenter rejim, her şeyi çoğunluğun kararına bırakır. Öyleyse parlamento-dışı büyük çoğunluk neden karar verme hakkını istemesin? Sizler ki devletin doruğunda keman çalıyorsunuz, aşağıdakilerin dans etmelerini neden şaşkınlıkla karşılıyorsunuz?

Yang Feng
Yang Feng

Her şeyden önce, kadınların çalıştığı mesleklerinin nitelik ve düzeyi erkeklere kıyasla çok daha düşüktür. 1990'da yapılan bir ankete göre, kadınların çalıştığı işlerin 6.79%'u bilgi temelli işlerdir. Erkeklerde ise bu oran 10,45% düzeyindedir. Tarım, ormancılık, balıkçılık,hayvancılık ve taşımacılık alanında çalışan kadınların 83.29%'luk bir paya

sahip olduğu ortaya çıkmıştır.

..fiziksel-bedeni emek alanında daha dezavantajlı olan kadınlar çoğunlukla kol emeğine dayalı iş alanlarında çalışmaktadırlar,öte yandan fiziksel-bedeni işlerde avantajlı olan erkekler ise fiziksel-bedeni yeteneklerin daha önemsiz olduğu bilgi-temelli işlerde daha büyük bir çoğunluk oluşturmaktadırlar.

Yang Feng
Yang Feng

Her şeyden önce, kadınların çalıştığı mesleklerinin nitelik ve düzeyi erkeklere kıyasla çok daha düşüktür. 1990'da yapılan bir ankete göre, kadınların çalıştığı işlerin 6.79%'u bilgi temelli işlerdir. Erkeklerde ise bu oran 10,45% düzeyindedir. Tarım, ormancılık, balıkçılık,hayvancılık ve taşımacılık alanında çalışan kadınların 83.29%'luk bir paya

sahip olduğu ortaya çıkmıştır.

..fiziksel-bedeni emek alanında daha dezavantajlı olan kadınlar çoğunlukla kol emeğine dayalı iş alanlarında çalışmaktadırlar,öte yandan fiziksel-bedeni işlerde avantajlı olan erkekler ise fiziksel-bedeni yeteneklerin daha önemsiz olduğu bilgi-temelli işlerde daha büyük bir çoğunluk oluşturmaktadırlar.

Aydın İdil
Aydın İdil

Zeki Velidi Togan Taşkent kongresinde Taşkent eski Belediye Başkanı Maletski'nin çoğunluk olan yerel halkın iktidarından Rus azınlık yönetimini korumak amacı ile, İngiliz sömürge yönetiminin Hindistan' da uyguladığı ve sömürge yönetimini yerli çoğunluğa rağmen yerel yönetimlerde iktidarda tutan bir seçim modelini sa­vunduğunu, ancak bizzat kendisinin (Togan'ın) ve

arkadaşlannın buna karşı çıkmış olduklannı, bu durumu öğrenen Sosyalist Devrim­cilerin (SR), onlann muhalifleri olan Sosyal Demokratlarla, Kadet olarak anılan Anayasacı Demokratlara (Konstitutionalist Demok­rat, Kadet) karşı Müslümanları kazanmak amacı ile, genel seçim sisteminde yerel yönetimlerde Müslüman çoğunluktan çekinme­diklerini ve birlikte çalışacaklannı

açıklamış olduklarını ve ülke parlamentosunun da aynı esasa göre seçilmesi gerektiğini kabul et­tiklerini anlatır.

Jineoloji Dergisi
Jineoloji Dergisi

"Daha iyi bir yaşam insanların din şuurunun islah edilmesi ile mümkün olabilir. Hayatın genel maksadı bilinemez" der, Hristiyan öğretisi." Oysa tüm dinlerde ilahi mesaja baktığnız zaman yeryüzü denen mekâna şuurlu, akıl eden, sorumluluk sahibi insanı gönderen ilahi güç, doğadaki canlıların sahibinin kendisi olduğunu sürekli hatırlatmış fakat insan doğadan faydalanma

öğretisini ters yüz eden bir tavırla talana başvurmus, diğer canlılara hayat hakkı tanımamıştır. Havada, karada, denizde ve yeraltında ne varsa vahşice saldırmış, bunu genelde inançla meşrulaştırma yoluna gitmiştir. Dinleri incelediginizde käinatın tek sahibinin yüce yaradan olduğu gerçeğini Sümen altı etmiş Kutsal Kitap tefsirleri ile karşılaşınız. Oysa birçok

dini kıssalarda insana emanet edilen doğaya, insana, adalete zarar verildiği zaman ibret olsun diye helak olmuş kavimlerden bahsedilir. (Ad, Semut, Lut kavmi gibi) Dinin gerçek boyutunun anlaşılamaması yüzünden insanlar kendilerine zalim, tahakkümcü ve ahlaksız bir hayat kurmuşlardır. Aynı zamanda faydasız düşüncelerini öyle karmaşık hale getirmişlerdir ki çoğunluk iyi

ile kötü, hak ile batıl arasında ayırım yapma kabiliyetlerini yitirmiştir. Dini öyle yanlış safsatalarla anlatmışlar ki ilahi mesajları karmaşık ince anlam kaydırmalarına mahal verecek kelime oyunları ile mecrasından çıkarmışlardır. İlahi mesajlar milinden çıkmış araba tekeri misali sürekli aynı yönde dönüp duruyor ve hiçbir yere ulaştirmıyor. Asıl hedefine

götürmesi gerekirken insanın odaklandığı hedefe götürüyor. İkna ediciler hayatların boşluğunu doldurmaya çalışan Firavun ve benzerleri ne istemişlerse onu istemişler; AŞIRI ZEVK VE MÜREFFEH BIR HAYAT.