Zekeriya Sertel
Zekeriya Sertel

Hiçbir şey unutulmuyor ölüler kadar çabuk .

Zekeriya Sertel
Zekeriya Sertel

Aynı daldaydık, aynı daldaydık.
Aynı daldan düşüp ayrıldık.

Zekeriya Sertel
Zekeriya Sertel

"Büyümez, ölü çocuklar."

Zekeriya Sertel
Zekeriya Sertel

Sağ eli hep yüreğinin üzerindeydi. "Bilemezsin nasıl yanıyor burası," diyordu.

Zekeriya Sertel
Zekeriya Sertel

O mavi gözlü bir devdi.
Minnacık bir kadın sevdi.
Mini minnacıktı kadın.
Rahata acıktı kadın
yoruldu devin büyük yolunda.
Ve elveda! deyip mavi gözlü deve,
girdi zengin bir cücenin kolunda
bahçesinde ebruli
hanımeli
açan eve.

Zekeriya Sertel
Zekeriya Sertel

"Düşünmenin suç olmadığı bir dünya kurulur mu dersin?"

Zekeriya Sertel
Zekeriya Sertel

O mavi gözlü bir devdi,
Minnacık bir kadın sevdi,
Kadının hayali minnacık bir evdi,
Bahçesinde ebruli,
Hanımeli,
Açan bir ev.

Zekeriya Sertel
Zekeriya Sertel

Onlar ümidin düşmanıdır, sevgilim,
akar suyun,
meyve çağında ağacın,
serpilip gelişen hayatın düşmanı
Nazım Hikmet ömrünü,
Bir ağaç gibi tek ve hür
Ve bir orman gibi kardeşcesine
Yaşadı.

Zekeriya Sertel
Zekeriya Sertel

Vatan hasreti,İstanbul hasreti,insana neler yaptırmaz ki..

Zekeriya Sertel
Zekeriya Sertel

Bir saat sonra tekrar toplanıldı ve Falih Rıfkı,
hazırladığımız projeyi Mustafa Kemal'e verdi. Ansızın
Mustafa Kemal'in yüzü değişti, kaşları çatıldı,
kendisine sunulan kâğıdı parça parça yırtıp attı ve sonra Falih'e dönerek,
— Sizler galiba nerede bulunduğunuzu ve
kime hitap ettiğinizi unuttunuz, dedi. Herkes şaşırmıştı.

Toplantı normal başlamıyordu. Mustafa Kemal sözüne devam etti:
— Zaten ben «Hâkimiyeti Milliye »nin ıslahı
için yapılacak şeyi düşündüm ve buldum. Bu işi Recep Beyefendiye vereceğim.
Recep Bey (Peker) Atatürk'ün askerlik arkadaşı,
eski bir komutandı.
Mustafa Kemal kararını bildirir bildirmez derhal, güya oy alıyormuş gibi, birer birer

sormaya başladı:
— Siz ne buyurursunuz Yakup Kadri Beyefendi?

— Pek münasip Paşam...
— Ne buyurulur, Ahmet Beyefendi?
— Çok doğru düşünmüşsünüz Paşam..
— Fikri âliniz Ruşen Eşref Beyefendi? —•
isabet buyurmuşsunuz Paşam...
Karşımda oturanlar, memleketin kalburüstü
edipleri, fikir adanılan ve aydınlarıydı.

Mustafa Kemal'in üstün kişiliği karşısında hepsinin dili tutulmuştu. Düşünemez olmuşlardı. Yada fikirlerine uysa da uymasa da böyle cevap vermeyi daha uygun buluyorlardı. Fakat düşünüyordum ki, bunlar gerçek aydın kimselerse, fikirlerini açıkça söylemekten çekinmemeleri gerekirdi. Aydının en ayırıcı niteliği, fikre, fakat herkesten önce kendi fikrine saygı

göstermesiydi. Herkes biribiri ardından «Evet Paşam, doğru Paşam» dedikçe ben şaşırıyor ve sinirleniyordum. Hattâ bir dereceye kadar iğreniyordum. Kendi kendime, «îşte diktatör böyle yetişir» diyordum. Zaten bütün diktatörleri etrafındaki dalkavukları yetiştirmiş değil midir? Kafam bu duygu ve düşüncelerle çalkanırken sıra bana geldi. Kulaklarımda Mustafa

Kemal'in sesi çınladı:
— Ne buyurulur Matbuat Umum Müdürü
Beyefendi?
Birden bire ayıldım,
— Olamaz Paşam, diye cevap verince gözler hayretle önce bana, sonra Mustafa Kemal'e çevrildi. Bu, beklenmiyen bir cevaptı.
Mustafa Kemal böyle bir cevaba alışmamıştı.
Sert bakışlarını bana dikti ve,
— Neden? dedi.
— Recep

Beyefendiyi tanımıyorum Paşam,
dedim. Çok değerli bir asker olduğunu duyuyorum. O kadar. Fakat gazetecilik, ayrı bilgi isteyen bir uzmanlık işidir. Ben nasıl iyi bir komutan olmazsam,
Recep Beyefendi de bu işi başaramaz sanırım. Bu cevap ortalığı büsbütün karıştırdı. Mustafa Kemal'in nasıl bir tavır takınacağanı herkes merak ediyor, ona bakıyordu. Mustafa

Kemal bir şey söylemedi, sâdece konuşmayı burda kesti ve oturuma
son verdi. Dağıldık. Köşkten Tevfik Rüştü ile birlikte çıktık. Otomobilde bana hayretini söylemekten kendini
alamadı:
— Ne yaptın Zekeriya?
— Ne yaptım, dedim.
— Canım, Mustafa Kemal'e böyle cevap verilebilir mi?
— Ya ne yapmalıydım?
— Efendim, sen daha

yenisin. Burasını bilmiyorsun. Mustafa Kemal'i tanımıyorsun. O bizleri bu akşam fikirlerimizi almak için toplamış değildir. O, kararını önceden vermiştir. Bizi toplaması bir şekilden ibarettir. Bu defa da ben şaştım. Madem ki başkalarının fikrine ihtiyacı yoktu, o halde bu toplantıya ne lüzum vardı? Fakat sonradan öğrendim ki, bu, Mustafa Kemal'in çalışma usulüdür.

Herhangi
bir konuda o işin uzmanlarını akşam sofrasında topluyor, onlan dinliyor, ama kararı kendisi veriyordu.