Niye öyle hep uzaklara bakardı dedem?
Edilgen bir tanık, buharlı bir gölge; ya da şekilsiz bir hayal üçgeninde benim yerim neresiydi?
Döndüm işte...
Senin efsanelerle örülmüş saf imanın vardı. Senden kalanların her gün bir parçasını törpüledi koca şehir. Ufaldı ufaldı yok oldular. Güneş, denizin üzerinde kaybolurken marazî bir hüzün verir ya hani... İşte o zaman ikindi vakitlerinde hafif bir hüzünle cılız varlıklarını hissettiriyorlar bazen... O kadar...
“Ben kabemi hiç bulamadım dede. Hangi yana dönsem kamburum çıktı karşıma. Beton bloklar arasında boğuldum. Ne günlük zevkler ne de kalabalıkları çıldırtan ihtiraslar avutabildi beni. Kendimden başka yar, kendi gönlümden başka diyar bulamadım...”
Bin yıl yaşamak ne ifade eder? Kesret sayıda değil ki... Hissetmeden, anlamadan... Say ki bir gölgede mola verdin, say ki ferahlatıcı bir meltem yalayıp geçti yüzünü... Hissettin değil mi?