Soluk alır, ayağımızı yere basarız. Zihin yatışır. Artık geçmişe kaymaz, geleceğe doğru bir gezintiye çıkmaz. An’ı kaçırmaz, yargılamaz. Bu da zihni sakinleştirmektir.
"İyi bir planlama, bulunulan an'dan yola çıkar. İlk adım atılır, düşüncede yirmi adım ileri sıçramaksızın ikincisi planlanır ve o da atılır."
Bir Vinaya öğretmeni Zen ustasına sormuş; "Gündelik yaşamında Zen'i nasıl uygularsın?" Yanıtlamış usta; "Acıktığımda yerim. Doyduğumda çanağımı yıkarım. Yorgunsam uyurum."
Öğretmen, "Bunu herkes yapar", diye karşılık vermiş; "herkes senin gibi Zen mi uyguluyor o zaman?" "Hayır, aynı biçimde değil," demiş usta. "Neden aynı biçimde değil?" diye sormuş
öğretmen. Usta gülümsemiş, "Başkaları acıktığında yemek yemez. Zihinleri bitmek tükenmek bilmeyen düşüncelerle doludur. Onun için, aynı biçimde değil, diyorum."
Üstümüzde taşıdığımız yükü zamanla öylesine kanıksadık ki, ego’muz sakin oturuş süresince
yara izlerini görüp iyileştirmeye çalışmamıza olasılıkla şiddetle karşı çıkacaktır. Bu sürecin
gözlemlenmesi bizi başlangıçta büyüleyebilir ama yine de bedensel ve ruhsal gerçek acılar
hissetmeye hazırlıklı olmalıyız. Bu durumda tüm "suçu’’
dışımızda arayıp Zen gibi bir şeyle bir daha
uğraşmayı istememe eğilimi belirebilir.
Bu da bir olasılıktır, ama bunu seçersek, yazık etmiş oluruz. Çünkü aslında o yola koyulduk bile.
Çalışmaktan şimdi cayarsak, herhangi başka bir zaman bizi yaşamımızın vahşi ormanından çıkaracak yeni bir
kapı, yeni bir açılım bulmamız gerekecektir. Çünkü
bizi Zen’e başlamaya itmiş olan içimizdeki ses
artık bir daha susmayacaktır.
Bankei çok ünlü bir Japon Zen ustasıymış. Günün birinde, Samuray olmuş bir Zen öğrencisi gelip yakınmış ona;
"Efendim, iç dünyam öylesine denetimsiz ki. Zihnimi nasıl sakinleştirebilirim?"
"Çok tuhaf birşeyin varmış”, diye yanıtlamış Bankei, "göster bana yatışmak bilmez zihnini. Denetimsiz özünü getir bana. Çok ciddi bir sorunun var! Olağandışı
birşey!”
"Bunu size şimdi gösteremem” demiş Samuray.
"Peki şimdi gösteremezsen ne zaman gösterebilirsin?” diye yeniden sormuş Bankei.
"Bilmiyorum. Hiç beklemediğim zamanlarda öyle oluyor”, diye yanıtlamış Samuray.
"O halde bu senin kendi gerçek doğan değil”, sonucuna varmış Bankei, "eğer olsaydı, huzursuz, denetimsiz zihnini bana her an
gösterebilirdin. Ama bu böylece senin gerçek doğan olamaz. Doğduğunda ona sahip değildin, onu sana veren anan baban da değil. Git ve bunun üzerine düşün”
"Zen’le karşılaştığımda öğretmenlerim bana aradığımı ancak benim bulabileceğimi anlattılar. Onu geleneksel kurallar, dışardan dayatılan değerler içinde değil, ancak yoğun bir iç gözlemle ve gördüğüm, işittiğim, dokunduğum, kokladığım, ama hepsinden önce ruhumda oluşan herşeyi dingin bir biçimde kabul ederek bulabilirdim."
Bir Vinaya öğretmeni Zen ustasına sormuş; "Gündelik yaşamında Zen’i nasıl uygularsın?”
Yanıtlamış usta; "Acıktığımda yerim. Doyduğumda çanağımı yıkarım. Yorgunsam uyurum.”
Öğretmen, "Bunu herkes yapar”, diye karşılık vermiş; "herkes senin gibi Zen mi uyguluyor o
zaman?” "Hayır, aynı biçimde değil”, demiş usta. "Neden aynı biçimde
değil?” diye sormuş
öğretmen. Usta gülümsemiş, "Başkaları acıktığında yemek yemez. Zihinleri bitmek tükenmek
bilmeyen düşüncelerle doludur. Onun için, aynı biçimde değil, diyorum."
Zihin sakinse yoğunlaşmış bir şekilde hareket ederiz. O anda ne yapıyorsak yalnızca onu yaparız.
Bu sırada hızlı, tedirgin, yavaş, sessiz ya da soluyarak mı nefes
almakta olduğumuzun önemi yoktur.
Önemli olan, bunun farkına varmamız ve yargılamamamızdır. Hareketle bir oluruz. Bilinçli hissetme
sanatı, örneğin şundan başka birşey düşünmemektir: bulaşık fırçasını beyaz bir fincanda gezdiriyorum, kir çözülüyor, fincanın bir yanında zarar görmüş bir yer var ve su ellerime çok sıcak
geliyor. Bu işleri çoğu
zaman çok sıkıcı buluruz.
Sabah olanları, bundan sonra yapacağımızı, çıkmak
istediğimiz gezintiyi düşünmeyi yeğleriz. Bulaşığı kurulamamıza yardım eden eşimizle bunları
konuşuruz. Ağızlarımız konuşur da konuşur, ellerimizse bambaşka birşeyle meşguldür: robotlar gibi
bulaşık yıkar ve kurularlar. Suyun çok sıcak olduğunu, fırçanın
fincan üzerinde gezindiğini,
porselenin beyaz rengini, fincanın hasar görmüş bir yanı olduğunu algılamak yerine haftasonu için
planlar yapar, iş yerimizdeki sorunlardan sözederiz. Ama sorunlar geçmişe aittir. Anlattığımız, şu
anda olan değil, zihnimizde yinelediğimiz, canlandırdığımızdır. Zihnimiz tedirgin olur. Bölünmüş
bir şekilde hareket eder,
yaptığımıza yoğunlaşmayız. Farkındalık gevşer ve fincan elimizden yere kayar.