Karşılaşılan sorunların çözümlerini ya bir inançsal açıklamaya bağlar, ya da yetki ve sorumluluktan ilahi güçlere bırakarak sorunlardan kurtulmaya çalışırlar. Bu kolaycılık, direnmenin, üretmenin, yaratmanın, değiştirip dönüştürmenin önündeki en büyük engellerden biridir.
Her inanç yaşama ilişkin kurallar koymaktadır. Konan kurallar tartışmasız doğrular olarak kabul edilmektedir. Bu önkabul gelişme ve değişimi yadsımaktadır.
Geçmişi kavramayan, gününü algılamayan ve geleceği göremeyen her düşünce kördür!..
"... Bu hareket Ortadoğu'da bugünkü İsrail'de başlamıştır. Sicarii MS 66-73 arasında Filistin'de bağnaz, aşağı dereceli din adamlarının kurdukları son derece iyi organize edilmiş bir dini mezhepti, (...) Sicarii, düşmanlarına gündüz, tercihen tatil günlerinde kalabalıklar Kudüs'te yoğunlaştığında saldırmak gibi alışılmadık taktikler kullanırlardı. Tercih
ettikleri silah "sica" denilen ve ceketlerinin altında sakladıkları küçük bir kılıçtı.
Şiddet ve silahlı mücadele bir çözüm aracı olarak görülmektedir. Şiddet, istenir ve tasarlanmış politikaları geniş kitlelere zorla kabul ettirmede araç olarak kullanılır. Bir grup varlığını topluma farklı biçim ve araçlarla duyurabilir. Şiddet bu araçların en etkili olanlarından biri.
İnsan, Tanrı ve evren birliğinin sonucu, bu anlayışla da Hallacı Mansur gibi "Ben Tanrı'yım" (Enel Hak) diyen Nesimi, şiirlerindeki düşünceleri yüzünden suçlu sayıldı. Bu düşünceleri şeriata aykırı bulunarak ölüm cezasına çarptırılmasına karar verildi. O dönemdeki Memluk Sultanı Ferenc'in buyruğu ile derisi yüzülerek öldürüldü."
"Almanya'da Naziler, komünistleri almaya geldiler. Ben sesimi çıkarmadım, çünkü komünist değildim.
Sonra Yahudileri, sendikacıları ve Katolikleri aldılar ve ben yine sesimi çıkarmadım; çünkü ben hiçbirinden değildim.
Sonra beni almaya geldiler.
Ama o zaman benim için ses çıkaracak kimse kalmamıştı."
Yeşil Kuşak Projesi" emperyalizmin çıkarlarını güvenceye alan bir projedir. Bu proje komünizme karşı dinin bir araç olarak kullanıldığının kanıtıdır. SSCB nin yumuşak karnını oluşturan Güney kuşağında yer alan Müslüman ülkelere dıştan empoze edilerek uzun süre uygulatılmıştır.
Terörün amaçlarından biri de kitlelere korku salmaktır. Çünkü terör zayıfın güçlülere karşı kullanmak zorunda kaldığı en güçlü bir silahtır. Birey bu amaçla yaşamını ortaya koymaktadır. Bu gibi eylemler sonucunda korku kitleleri teslim alır. Korku bulaşıcıdır. Kişiden kişiye, evden eve, sokaktan sokağa, mahalleden mahalleye, kentten kente ve bir ülkeye egemen
olabilir. Bu salgın hastalıktan nasıl kurtulabiliriz? Ve ya dinsel terör nasıl önlenir? Bu sorunun en kısa yanıtı, çağdaş, laik ve demokratik bir toplum yapısını tüm kurum ve kurallarıyla kurmakla diye yanıtlanabilir.
Dinsel terörün önlenebilmesi, onun nedenlerinin ortadan kaldırılmasıyla olanaklıdır. Başka bir ifade ile; toplumda ortaya çıkabilecek sorunların çözülmesiyle olanaklıdır. Çözümler hem mevcut sorunları çözmeli, hem de gelecekte ortaya çıkabilecek olası sorunları da çözmeğe olanak tanımalıdır. Yani toplum, demokratik, çağdaş, evrensel, laik, bir yönetim
yapısına kavuşturulmalıdır. Gerçekte sorunsuz bir toplum sadece düşlerde var olabilir. Ancak insanca olanı sorun çözme iradesinin sistemin varlığında yer almasıdır.
İslami ideolojiyi savunan radikal güçlerce öldürülen ama hala faili meçhul bir cinayetin kurbanı olarak gözüken araştırmacı gazeteci yazar Uğur Mumcu Rabıta ile ilgili şu saptamada bulunmuştur " "İslamcı" ve "Amerikancı" akımların bugün için birleştikleri iki adres vardır. Bu adreslerden biri, "Rabıta" öteki de CIA'dır.
Emeviler döneminin ünlü valisi Haccac Bin Yusuf zencileri, Basra'nın bataklık bölgesine zorla iskan ettirirken, Orta Asyadaki Türkler üzerine yaptığı seferde 6 kilometrelik bir mesafedeki her ağaca bir Türk astırdı. Eli silah tutan bütün erkekler öldürüldü.
Örneğin, çiçek aşısı din adamlarının protestolarına da neden olmuştur. Gerekçe ise;
"Tanrı'nın cezasından kaçma girişimi" olarak nitelendirilmiştir. Bu davranış ve tepkiler, insanların insanca yasamaları ve mutluluklarının yadsındığının kanıtıdır. Aynı şekilde kadınların doğum sırasında acı çekmeleri Havva'nın ilk günahının bedeli olarak
yorumlanmaktadır."
"Soru: Kızılbaş topluluğunun topluca öldürülmesi helal midir? Bunları öldürenler gazi, bu öldürme sırasında ölenler de şehit olur mu?
Cevap: Kızılbaşların topluca öldürülmeleri elbette dinimize göre helaldir. Bu en büyük en kutsal savaştır... Bu yolda ölmek de şehitliğin en ulusudur. "
Bu fetvanın gereği yüzyıllarca uygulanmıştır. Zamanımızda
ise, Kahramanmaraş'ta ve Çorum'da uygulanmıştır:
"Odamın camından Tebriz sokaklarını seyrediyorum. Birden otelin önünde trafik durdu ve üzerinde vinç ve vince asılı ucunda halkalı ipler bulunan iki kamyon gelip otelin önünde durdu. Duran kamyonlar vinçleri aşağıya indirdiler. Elleri bağlı 13 erkek gürdüm, boyunlarına ip geçirilmiş, ipler halkalarla vincin ucundaki büyük kancaya bağlanmıştı. Vinç aniden çalışıp
adamları yukarı kaldırınca, adamlar sokakta gözlerimin önünde çırpına çırpına öldüler."
Katolik üniversitelerindeki profesörler Güneş lekelerinden söz etmeyi kesinlikle yasakladılar; bu üniversitelerden bazılarında bu yasaklar yüzyıllar boyu sürdü.
Lavoisier, boynunun vurulmasını beklerken kitap okuyordur. Cellat, onu giyotine götürmek için yanına geldiğinde, Lavoisier, nerede kaldığını unutmamak için okuduğu kitabın arasına bir kitap ayracı koymuştur.
Abbasilerle Emeviler arasındaki iktidar mücadelesi yıllarca sürmüş ve yüz binlerce insanın yaşamına mal olmuştur. "Medine’deki muhalifler, üzerlerine su dökülüp kırbaçlanarak öldürüldüler. Abbasiler döneminde cellat geleneği ortaya çıktı. Musul'da 400 kişi camiye toplattırıldı. Herkes katledildi. Abbasi yöneticileri, Emevi soyundan olanları yakalayıp sokakta
sürükledikten sonra katlederlerdi. Sadece Ebu Müslim Horasani tarafından katledilen muhalif sayısı, 600 bini geçer."
Dolayısıyla belirli bir toplumda kabul gören dinsel inançların değişmeyeceğini kabul eden bireyler, egemenlerce zapt edilen bu toplumlarda tıpkı inançlar gibi nesnel koşulların da değiştirilmeyeceği inancındadırlar çünkü bu şekilde koşullandırılmışlardır.