siz de tipik bir aydın gibisiniz. Bencil ama içi acımayla dolu*
Kimseyle görüşmek istemiyorum. Bütün bu zoraki davranışlar beni nasıl sıkıyor, nasıl yoruyor, bilemezsiniz.
Siz de güllerin geceleri uyuduklarına inanıyor musunuz, Bay Gherardini?
Lidia hâlâ kapıdadır, göze çarpmaktan kaçınmaktadır. Bu yapmacıklı davranışları saçma bulmaktadır.
Duru, güzel bir görüntü vardı yüzünün ötesinde; ikimiz de, hayatımın bütün yıllarını kaplayan, gelecek yıllarını, hattâ sana rastlamadan, kendimi sana rastlamak için hazırladığım yıllarımı kaplayan bir başka boyutla yansımıştık o görüntüye. Yarattığı inanılmaz duygu da buydu zaten: Hep benim olmuştun, bunu ilk anlamanın duygusu. Hiç bitmeyecekti bu gece,
hep sürecekti, hep yanımda olacaktın böyle... gövdeni sıcaklığıyla, düşüncelerinle, benim tutkularıma karışmış tutkularınla. O anda seni ne kadar sevdiğimi anladım, gözlerim yaşardı.
Böyle sürüp gitmeliydİ bu, yaşadığımız sürece böyle kalmalıydık... Sadece birbirimizin yanında değil, birbirimizin olduğumuzu da duyarak. Bu yaşamayı hiç kimse, hiç bir
şey yıkamazdı; tek tehlike senin bana, benim sana alışmamızdı.
Bir yazarı besleyen şey kâr düşüncesi değildir... İhtiyaçtan doğan bir duygudur. Başkalarının sana ihtiyacı olduğunu düşünerek yazıyorsun yazdıklarını, hatta kendi kendine bile muhtaç olduğunu düşünerek yazıyorsun.
Bir yalnızlık sorunudur yazmak; binbir acıyla kelimeleri sıralayan bir ustanın işini makineleştirmek imkansızdır.
Faydasız sesler duymak istemiyorum ; gün boyunca o sesleri teker teker koparıp toplayayım istiyorum. İnsan seslerini de, kelimeleri de. Duymak istemediğim ne çok kelime var! İnsan onlardan kaçamıyor ki!
Şu orkestradaki adamlar ne sanıyorlar kendilerini. Çaldıkları bu müzikle bu günü dünden daha güzel yapacaklarınımı sanıyorlar.