İsmail Rusuhi Ankaravi
İsmail Rusuhi Ankaravi

Miladi 13. yüzyılın başlarından kalma olan İbnü'l-Fârız'ın Kasîde-i Tâiyyesi edebiyat ve tasavvuf çevrelerinden ilgi çekmiş ve etkisi büyük olmuştur. Arap edebiyatı ve şiiri bakımından fevkalâde değerlidir. Ayrıca ilahî aşk ve tasavvuf düşüncesi konusunda tükenmez bir hazîne hüviyetindedir.

Tâiyye şiirdir, zor bir metindir. İbn Fârız Divan'ının

tamamını şerh eden bazı şârihler zorlandıklarını itiraf edip Tâiyye'yi şerhten vaz geçmişlerdir, el-Bûrinî ve el-Alemî adlı şârihler böyledir. Bu eserdeki sûfiyâne incelikler ve mânevî hakikatleri kavramakta zorlanmışlardır. (Abülhalık Mahmud, Dîvânu İbni'l-Fârız, s. 219, Kahire trc.) Onun için Tâiyye'yi tercüme ve şerhetmeye cesaret eden az çıkmıştır.


Tâiyye, İsmail Ankaravî'nin dikkatini çekmiştir. Ona göre bu manzûme parlak sözleriyle insanın içini aydınlatır. Onu yeterince anlatmak zordur. Bu kadar değerli bir kasîde ne yazık ki Arap dili perdesiyle örtülü olup o güne kadar Anadolu'daki tâlib ve âşıklara yüzünü göstermemiştir.

Ankaravî onu Türkçe'ye kazandırmaya niyet eder. Şârihimizin

önsözünden anladığımıza göre, bu ay yüzlü Arap güzelinin cemâlinden bizim insanımız da istifâde etsin diye düşünür. Fakat her defasında hakkıyla bu işi yapamam diye geri durur. Ama bunu çok da istemektedir. Bu tereddütlü durum onu hayli rahatsız eder, sonunda Cenâb-ı Hakk'a yönelip istihârede bulunur, Allah'a sığınır ve yazmaya karar verir.

Ankaravî

beyitlerin şerhinden önce mukaddime kısmında bir kısım tasavvuf terimlerini açıklama ihtiyacı duymuştur. Burada önce "vücud" kavramı, "isim ve sıfatlar" ve "hazarât-ı hams" hakkında bilgi verir. Sonra bir kısım tasavvuf ıstılahlarını kısa kısa açıklar, nihayet "ilâhî muhabbet" konusunu izah eder.

Elinizdeki neşir sırasında lügat ve i'râb bölümleri

geniş okuyucu kitlesi için gereksiz olabilirdi. Bu sebeple bir ara bunları çıkarmayı düşündüm. Ama o zaman eserin bütünlüğü bozulacaktı. Ayrıca bu bölümlerde de yeri geldikçe fikrî, tasavvufî konulara değinildiği oluyordu. Meraklıları için lügat ve Arap grameri bakımından faydalı olabileceği kanaatine ''ardım. Bu bölümleri farklı ve- küçük puntoyla yazarak

okurken atlamak isteyenlere de kolaylık sağladık. Bu bölümlerin sadeleştirmesinde, gramere ait teknik konular olduğundan ve şârihin üç dili harmanlayan bir cümle yapısı kullanmasından dolayı, zorlandığımı ve tutarlı bir üslup geliştiremediğimi itiraf etmeliyim. Gene de biraz dikkatle, anlaşılabileceğini sanıyorum.

Ankaravî asıl söyleyeceklerini "ma'nâ" ve

"tahkîk" kısmında söylemiştir. Şerhte Osmanlı dönemi tasavvuf anlayışının yetkin bir örneğini görebiliriz. Buradaki bilgi ve görüşler İbn Fârız, İbn Arabî, Mevlânâ ve İran-Horasan tasavvuf düşünce ve kültürünün harmanlanması olarak ifade edilebilir.

Şârihimiz başta Mevlânâ olmak üzere, tasavvufî Fars edebiyâtına vâkıf olduğundan oralardan

sıkça alıntılar yaparak şerhini zenginleştirmiştir.

Bazıları, İbn Fârız, Mevlânâ ve İbn Arabî arasında düşünce farkı görür ve ilk ikisinin anlaşılmasında şârihler yüzünden İbn Arabî hâkimiyeti ağır basmıştır derlerse de; Osmanlı entelektüel tasavvuf düşüncesi bunların hepsini mezcetmeyi başarmıştır denebilir. Tevhîd ve ilâhî aşk

tasavvufun ve bu üç mümtaz şahsın temel meselesidir. Elbette her biri kendi üsluplarıyla bunları işlemiştir. Ama aralarında ciddi farklılık olduğunu söylemek doğru değildir.
......

Prof. Dr. Mehmet Demirci
Dokuz Eylül Ü. İlahiyat Fakültesi
Tasavvuf Anabilim Dalı Başkanı
2006-İzmir

Mustafa Demirci
Mustafa Demirci

"Yukarı doğru uçmayı öğrenen bir kuş, hedefe ulaşamazsa da topraktan kurtulmayı başarmıştır ya! Sen de ruhunu bedenden kurtarıp uçmayı öğren! Gördüğün renkler, şekiller, tattığın lezzetler, zevkler sana kalmaz. Bütün gönül darlıkların dünyaya bağladığın nisbettedir. Bunları düşünüp anladığın gün, üzüntün kalmayacaktır."