Cevad Nurbahş
Cevad Nurbahş

Geleneksel psikoloji ile modern psikoloji arasındaki en temel fark; birincisinin "ilkelere" ve "bütüncül bir perspektife", "kuşatıcı bîr idrake"; ikincisinin "gözlem", "istatistik", "ölçülebilir olan parçasal boyutlar "ve "indirgenmiş algı" ile sınırlanan genellemelere dayanmasıdır. Kadim hikmet açısından bakıldığında insan; ruh-nefs-beden olarak üç temel yapıyı

kendinde taşır.

Bu üçlü yapı;
• Latin geleneğinde animus-anîma-corpus
• Grek geleneğinde pneuma-psişe-soma
• ingilizcede ise spirit-soul-body olarak İfade edilmiştir.

Psişenin bilgisi psikoloji (nefs ilmi);
pneumanın bilgisi ise pneumoloji (ruh ilmi) olarak tanımlanmıştır.

Her üç yapı birbiriyle ilişkili olup, her

birinin kendisine özgü nitelikleri-işlevleri-fonksiyonları vardır. Ve bunların adları da ayrıdır Örneğin; psişik boyutun aklı, ratio (rasyonalite) iken pneumatik boyutun aklı, intellekt olarak tarif edilmiştir İslam geleneğinde ilkine akl-ı meâş, ikincisine akl-ı meâd denilmiştir.

(Tasavvufta "akılla olmaz" denilirken akl-ı meâşa, Kuranda "onlar akletmiyorlar

mı?" denilirken akl-ı meâda vurgu yapıldığı hatırlanmalıdır)

İşte bu üçlü yapıyı ve her bir yapının işlev ve niteliklerini birbirine karıştırmadan ve her birinin "hakkını vererek" İnsana bütüncül olarak bakmak mümkündür.

Ve yine ancak, kavramları doğru yerlerine oturtarak ve karıştırmayarak insanı ve tüm işlevlerini doğru yere oturtmak

mümkün olabilir.

Yoksa ruhsal boyutuyla vahiy alan bir peygamberle, psişik boyutu ile şeytanın vesveselerine kapılıp büyüklük hezeyanlarına düşen birini "zahiren" ayırmak mümkün olmayabilir.

Ne yazık ki, modern psikolojinin bazı akımları, dini insanın bir psikoz ve obsesyonu, peygamberleri de şizofren-megaloman olarak tanımlayabilmektedir. Bu çarpık

değerlendirme, modernizmin ve modern psikolojinin indirgemeci paradigmasından doğmaktadır.

Modernizmin ve özelde modern psikolojinin en önemli hatası "gözlemlerini genellemiş" olması ve "genel kavramlar" üzerinden tanımlamalar yapmasıdır (Kadınlar duygusaldır, her insan sevilmek ister, insan toplumsal bir varlıkdır, öfke doğal bir tepkidir, vs.).

Bu tür

genellemeler, her zaman indirgeme hatasını içinde taşır. Bu nedenle Kadim Hikmette; Mutlak Varlık ve Varlık mertebeleri vardır. Hakiki insan (primordial insan, Hz. İnsan, İnsan-ı kâmil, Adam Kadmon) ve "insan olmaya doğru mertebeler" vardır.
Son dönemin en güçlü "Kadim Hikmet" temsilcilerinden Bediüzzaman bu konuda şöyle demektedir: "Ey kendini insan bilen insan. Kendini

oku. Yoksa hayvan ve câmid hükmünde insan olmak ihtimali var" "Demek ey nefis! (Nefs-i emmârede bulunduğun sürece) nefsine muhabbet değil, (nefs-i levvâme haline gelerek) belki adavet (kınama-karşı koyma) etmelisin. Veyahut (nefs-i mülhime haline geldiğinde) acımalısın. Veyahut mutmainne olduktan sonra şefkat etmelisin,"

Dolayısıyla 'câmid", "hayvan", "kendini insan

zanneden" insan(î) mertebeleri olduğu gibi Hakiki insan mertebesi de vardır. Bu nedenle "insan" diye bir genellemede bulunup, "insan nefsine düşman mı olmalı, muhabbet mi etmeli, acımalı mı yoksa şefkat mi etmeli" şeklinde bir soru sorulmamalıdır.

Böyle bir soruya cevap vermeden evvel şu sorulmalıdır "Hangi insan düzeyinden" bahsediyorsunuz. Çünkü her bir

düzeydeki insanın nitelik-işlev ve fonksiyonları farklıdır.

Frank Griffel
Frank Griffel

TÜRKÇE BASKIYA ÖNSÖZ

İslam, Almanya dâhil olmak üzere Orta Avrupa'daki pek çok insan için hem bilinen hem de bilinmeyen bir olgudur. Küreselleşen dünyamızda her gün haber bültenlerinde İslam ile yalandan ilişkili haberler yayımlanmaktadır. Ulusal ve uluslararası haberciliğimiz özellikle çatışmalar, şiddet ve savaşlar tarafından yönlendirildiği için medyada

İslam ile ilişkilendirilen bu gibi durumlar, Orta Avrupa'daki çoğu insanda genellikle korku oluşturmaktadır. Orta Doğuda bombalar patlamaktadır. İslam'a yakınlığı ile bilinen siyasi hareketler saldırılar düzenlemekte, meydanlarda gösteriler yapmakta ya da sadece seçimleri kazanmaktadırlar. Göç hareketleri gittikçe daha çok Müslümanı, çoğu zaman içinde yaşadıkları

topluma uyum sağlayamadıkları Orta Avrupa'ya sürüklemektedir. Fransa'daki başörtüsü tartışması, bize Orta Avrupa'da var olan değerler üzerindeki değişikliklerin halkları yeni zorluklarla karşı karşıya bırakacağını göstermektedir. Bütün bunlar bazı Orta Avrupalılar tarafından tehdit olarak algılanmaktadır.

Yani [Avrupalılar] İslam'ı bildiklerini iddia

etmektedirler. O insanların Müslüman komşuları ve arkadaşları vardır; aynı şekilde çocuklarının da okulda islam hakkında bilgi edinebilecekleri Müslüman sınıf arkadaşları vardır. Buna karşın, aynı zamanda Orta Avrupa'daki pek çok insan İslam hakkında gerçek anlamda çok az şey bildiklerinin farkındadır. İslam, dinî öğretileri belirleyen bir kilisenin olduğu

Hristiyanlık gibi bir din midir? İslam'da Papalık gibi bir kurum söz konusu mudur? İslam'ın kutsal kitabı Kur'an, incil gibi öğretici kıssaların ve ilginç hikâyelerin yer aldığı bir kitap mıdır?

Ve islam Hristiyanlıktan farklı ise aslında nasıl bir dindir?

Bu küçük kitap ile özellikle son soruya cevap vermeye çalıştım: İslam nasıl bir dindir?

Türkçe bir kelime olan "din" kökeni Arapçaya dayanan ve Kuranda da geçen eski bir İslami kavramdır. Orta Avrupa dillerinde din kelimesi (yani Ingilizcedeki "religion* ya da Almancadaki "religion") oldukça yenidir ve yaklaşık dört yüz yıldır kullanılmaktadır Bu kavram, Amerika'nın ve de Atlantikanın sair bölgelerinin Avrupa tarafından keşfedilmesinden sonra tedavüle

girmiştir. Yaklaşık 1500'den itibaren Avrupa, başka dinlerin de var olduğunun ve dinlerin Orta Çağ'dan beri aşina olunan sadece bu üç ya da dört dinden (Hris-tiyanlık, Yahudilik ve islam) ibaret olmadığının farkına varmıştır. Buna karşın, bu yabancı dinler [Avrupalılarca] kendi dinlerinden türetilen bir kalıba göre anlaşılmaya çalışılmıştır. Orta Avrupalılar,

Avrupa dışı dinleri tasvir ettiklerinde ya müesseselere (Hristiyan Kilisesi gibi) ya da kutsal metinlere odaklanmışlardır.

Hristiyanlıkla bu iki noktada ayrışan dinler çoğu zaman değersiz olarak gösterilmiştir.

Bu son zikredilen durum çoğu zaman Orta Avrupa'da İslam hakkında pek çok malumat toplanmasına vesile olsa da İslam her zaman hakkıyla

anlaşılamamıştır. Bugün de aynı durum söz konusudur. Bu sebeple İslam, çoğu Orta Avrupalı için hem bilinen hem de bilinmeyen bir olgu olarak kalmaktadır.

Kitabımda İslam'ın bilinmeyenleri üzerine düşünmeye çalıştım. Kısaca ele aldığım her altı bölümde de açık bir şekilde bilineni ifade edip ondan bilinmeyeni ortaya çıkaran farklı yönleri

göstermeyi hedefledim. Bu kitap okurlarını İslam'ın beklenmedik alanlarına, önce Lev Tolstoy'un kısa öyküsüne, ardından Kahire şehrine ve 1798 yazındaki Fransız işgaline, son olarak da islam felsefe tarihine ve de 1277'de Paris'teki "çifte hakikat" fikrinin yargılanmasına götürmektedir. Son bölümde, günümüz dünyasını belirleyen göç hareketlerini bir sinema filminin

merceğinden göstermeye çalıştım.

Bütün bunlar islam hakkında düşünmeye sevk eden faktörlerdir. İslam'a dair pek çok şeyi bildiğini düşünen okurlar da bu kitapta daha önce hiç karşılaşmadıkları pek çok yeni şey bulacaktır. İslam'ı Düşünmek, İslam'daki hem bilinen hem de bilinmeyen hakkında düşünmeyi amaçlamaktadır.

Frank Griffel New

Haven (USA), Ekim 2020

Kur'ani Hayat Dergisi
Kur'ani Hayat Dergisi

"Ressamlar çizdikleri bir portrenin gözlerini sizi bir yerden diğerine takip ediyor gibi gösterebilirler,ancak hangi yazar insanin günlük mağduriyetini öngören bir yazı yazabilir? Her gece kafamda sorularımı ve itirazlarımı formüle ediyor ve ertesi gün cevabını bir şekilde Kuranda keşfediyordum.Bir sonraki okumam için hazırladığım sorularımı ve fikirlerimi sanki yazarın

önceden okuyup , zaman içinde uygun satırlarda cevaplarını yazdığı izlenimini veriyordu.Sayfalarında kendimle tanışıyordum. "