Günün sonunda herkes bir kere düşman, herkes bir kere üvey evlat, herkes bir kere kara koyun, herkes en az bir kere mağdur ve gücü ele geçirdiğinde herkes en az bir kere de zalim oldu.
En azından burada eşitlendik.
"Karlsbad'da geçen günlerimin anılarını bütünüyle ve olduğu gibi bu defterlere tevdi edemedim.Bunun iki sebebi var, birincisi lüzum kadar yazı yazmak için vakte malik olamadım.İkincisi her düşündüğümü, her yaptığımı, yani bütün esrar-ı fikriye ve hayatiyemi bu defterlere nasıl emniyet edebilirdim?Hatta bu yazdıklarımı bile bir gün, ihtimal pek yakın bir günde
mahvetmeyecek miyim? Şimdiye kadar hep öyle olduğu içindir ki mazbut bir hatıra-ı mecmuam yoktur."
Diyarbakır'dan İstanbul'a girmenin en kısa yolunun karayoluyla Beyrut'a gidip, gemiye binmek olduğu yıllardı. Sınırlar yoktu, mayınlar henüz döşenmemişti, kimse ırkıyla, mezhebiyle övünmüyordu, diktatörler henüz iktirdarlara gelmemişti.
Tarih, tarihi yapanları kolay kolay unutmuyor
Diyarbakır'dan İstanbul'a gitmenin en kestirme yolunun karayoluyla Beyrut'a gidip gemiye binmek olduğu yıllardı.Sınırlar yoktu, mayınlar henüz döşenmemişti,kimse ırkıyla, mezhebiyle övünmüyordu...
Orada Türk,Arap,Çerkes,Kürt,Arnavut,Bulgar,Mısırlı,Hintli ne aransa bulunurdu. Herkes kendi kıyafetlerini giyer, kimse kimseyi ayıplamazdı.
Türk bürokrasisinin ufku Mussolini'nin "İstikbal göklerdedir." sözünün altına Atatürk'ün imzasını atacak kadardır çünkü.
Bu ülkede rejim sadece dindarları, kürtleri, gayrimüslimleri, solcuları, alevileri ötekileştirmedi; kırmızı çizgileri aştığı anda Beyaz Türklerin de karşısına dikildi.
O kafataslarından biri 1935 yılında mezarı kazılarak çıkarılan Mimar Sinan’a aitti. Ama kafatası ortalıktan kayboldu.
Vasilis Dimitriadis'in 'Bir Evin Hikayesi' muhakkak kitaplığınızda olmalı. Kitabı okurken, borç içinde bir keresteci babasından az bir parayla birlikte bir tasavvuf kitabı miras kalmıș, dedesi Mustafa'nın adını tașıyan, iyi bir din eğitimi almıș güçlü bir annenin himayesinde yetimiș Mustafa Kemal'in șahsında bir imparatorluğun son 200 yıllık sorunları, travmaları
gözünüzün önünden geçiyor. Mustafa Kemal 23 Nisan 1920'de Meclis'i açarken arkasında levhada Șura Suresinin 38.ayeti asılıydı:
"Ve emruhum șûrâ beynehum"
Orada emredildiği gibi ișlerimizi hâlâ istișare ile yürütmeye daha çok konușmaya, birbirimizi anlamaya ihtiyacımız var. Çünkü ortak bir hikâyenin çocuklarıyız...
Kültürlerin, medeniyetlerin iç içe geçtiği bu kavșakta, șarkıların, marșların bazen esinlenerek, bazen üzerine söz yazılarak bazen de el çabukluğuyla çalınaeak el değiștirmesi hiç sürpriz değil...Ama ilginçtir bütün bunlar ortaya çıktıktan sonra da kimse hiç mesele etmeden o marșları, șarkıları coșkuyla söylemeye devam etti.
Belki de bu yüzden
ırmağının akıșına ölüp, bir bașkadır benim memleketim diyoruz. Ya da son dönemde sosyal medyadaki moda tabirle; bașka yerde yașayamam!
İşgal kuvvetleri, 1920'nin Haziranında Fenerbahçe Kulübü'nü basıp İttihatçıların şubesi olması ve Anadolu'daki direnişe silah ve adam gönderilmesindeki rolü nedeniyle yetmiş gün kapatırlar. Kapatma kararı öyle büyük bir infial yaratır ki işgal kuvvetlerinin komutanı General Harrington kulübü yeniden açmak zorunda kalırken "Bu ne tuhaf bir millet. Ülkelerini işgal
ettik, bu kadar tepki göstermediler. Fener'i kapattık hepsi ayaklandı. Neredeyse silaha sarılacaklar." diyecektir.