Mehmet Ateş
Mehmet Ateş

- M.Ö 200.000’lerde tarih sahnesinde görülen insan Neandertal insanıydı. Beyin kapasitesi 1300-1800 cm3 ve ortalama 1.60 m boyundaydı. Alın kemiği yatık ve arkaya çekikti. İri geniş bir yüzü kısa bacaklıydı. Gelişkin güçlü kaslı, soğuk iklimlere dirençli ve buzul ortamında bile 200 bin yıl gibi süreç içinde yaşamını sürdürebilmiş sağlam yapılı insanlardı.

(...) Neandertaller kalıcı kamp alanlarında yaşıyorlar aynı bölgede uzun yıllar kalıyor ve kamp alanlarından fazla uzağa gitmiyorlardı. Taştan basit aletler yapıyordu. Aletlerinde bir evrim gözlemlenememiş ve teknolojileri 150 bin yıl boyunca hiç değişmemişti. Genellikle iri cüsseli hayvanları avlıyor ve bu av mücadeleleri sırasında da derin yaralar alıyorlardı.(..)

Neandertallerin çok büyük bir kısmı stres kırıklarından ve dejenerasyona neden olan hastalıklar nedeniyle genç yaşta ölüyorlardı. Neandertal insan genellikle buzulların yoğun olduğu Avrupa’da yaşamış ve sanatsal etkinliklerle uğraşmamış olduğundan, ona ait herhangi bir resim veya sembol günümüze ulaşmamıştır.

Mehmet Ateş
Mehmet Ateş

- Cro-Magnon insanları genellikle 1.80-1.90 m boyunda, yani uzun boylu, beyin kapasiteleri de 1590-1880 cm3 civarındaydı. Ancak onları Neandertallerden ayıran asıl fark zekalarıydı. Neandertallerle kıyaslanmayacak kadar üstün bir teknolojiye sahip oldukları ürettikleri aletlerden anlaşılıyordu. Ardı ardına keşfedilen Cro-Magnonların kurduğu mabetler “resimli mağaralar”

bilim adamlarını şaşkına çevirdi. Hatta resimleri tarih öncesi insanın yapmış olabileceğine bile inanmıyorlar daha yakın bir zamanlara tarihliyorlardı. Kelimenin tam anlamıyla “sanat”, Cro-Magnon insanın tarih sahnesinde görülmesiyle başladı. Bu insanlar hayvan kemiklerinden, kemik tozu ve kil karışımından insan ve hayvan heykelcikleri yapıp bunları da fırınlarda

pişirerek sertleştiriyordu. Gerek mağara duvarları gerekse de kemik üzerine çizdikleri resimler veya taş, kemik ve pişmiş topraktan yaptıkları heykelcikler sanat değeri yüksek ürünlerdi. Mağara duvarına çizilmiş resimler de birer sanat harikalarıydı.
Cro-Magnonlar kendi içlerinde oldukça iyi organize olmuş topluluk olarak karşımıza çıkıyor. Kendilerine özgü

gelişkin bir felsefe ve dünya görüşüne sahiptirler. Ölülerini zengin sembolik öğelerle donatarak yeni doğuma hazır bir şekilde yani fetüs şeklinde gömüyorlar, böylece doğum, ölüm ve yeniden doğum gibi konularla yakından ilgilendikleri anlaşılıyordu. Ancak bu insanların Avrupa’ya sonradan gelmiş göçebeler oldukları ve Avrupalı yerliler olmadıkları çabuk

anlaşıldı. Zira bu insanlar Avrupa kökenli olsaydı kazılarda sık sık onların iskeletleriyle karşılaşılacaktı. Fakat durum bunun tersiydi. Arkeolojik kazı sonuçları bu insanların Doğu Avrupa, Orta Asya ve Orta Doğu olduğunu gösteriyorlardı. Üst Paleolitik dönemlerde Sibirya-Ukrayna-Polonya-Çekoslovakya’ya kadar uzanan bölgelerde buzullardan arınmış bir koridorda

tundralar, geniş otlaklarda dolaşan av hayvanlarını avlayabilmek için, her türlü av’a uygun değişik türden aletler yapmıştı. Yerleşim alanlarında sık sık bulunan közlenmiş keçi kalçası ve kuş kemikleri gösteriyor ki, ren geyiğinin yanı sıra, çok çeşitli hayvanları avlıyorlardı.
Tundralarda soğuk rüzgarlardan korunmak için ve kaya sığınaklarına sık

rastlanmıyordu. Bu nedenle mamut ve ren geyiği kemiklerinden kulübeler hatta kil ve taş kullanarak büyük evler de yapmış hatta tundralarda yakmak için bol ağaç bulunmadığından, soğuk kış günlerinde ısınmak için kömür kullanmış olduğu da yaşam alanlarında bıraktıkları kalıntılardan anlaşılmıştır.
Ölülerini törenle gömüyordu. Neandertaller giysiler

üretebilecek teknolojiye sahip değilken, Cro-Magnonlar dericilik konusunda uzmanlaşmışlardı. Pavlov I oturum yerinde ele geçen ince kemik iğneler bu insanların, hayvan derilerini gelişigüzel üstlerine sarmadıklarını gösteriyor. Derileri kesip biçerek bu iğnelerle elbiseler ve genellikle gümümüzde de arktik bölgelerde görülen kapüşonlu türden parkalar dikiyorlardı.(...).

Cro-Magnon insanları, avladığı hayvanların derilerini dikerek su taşımak için tulumlar yapıyor ve gene diktiği derileri şişirerek nehirleri geçmek için botlar-kayıklar yapıyordu. Avlanma teknikleri oldukça gelişkindi. Genellikle av hayvanlarının göç yolları üzerine çukurlar kazıyor ve onları tuzaklara düşürüyor. Ayrıca mızrak atmak için itici güç üreten kemik

aletler, ok-yay, bumerang, zıpkın ve küçük sapanlarda kullanıyor, iplerin ucuna taşlar bağlayarak hayvanları boynundan yada ayaklarından yakalamak için kementler yapıyor nihayetinde oltalarla ve büyük ihtimalle ağlarla çok sayıda balık tutuyor, bunları “is”te pişiriyor yani dumandan füme yapıyor ve bozulmaları önlüyordu.