Cahille girme münakaşaya. Ya sinirini zıplatır tavana! Ya da yazık olur adabına.
Kelimeleri tarif etmeden girişilecek her tartışma kısır kalmağa mahkum.
Müslümanları felâkete sürüklemek isteyenler dinin hükümleri üzerinde tartışma açanlar ve dinin kaynaklarına olan itimadı sarsmaya kalkanlardır.
Aydınlanma öncesi ve sonrası dönemde ortaya çıkan düşünürlerin kilisenin etkisi dışında tasarladıkları Tanrı ve devlet tasavvurları ve tahayyülleri aynı zamanda yeni meşruiyet alanlarının gelişmesine de yol açtı. Hobbes, Leviathan ile birlikte devleti bütün toplumu benzeştiren bir canavara dönüştürürken aynı zamanda modem devletin homojenleştirici işlevini de en
belirgin şekilde resmetti.
Devletin kaynağının Orta Çağ geleneğinden farklı şekilde tanımlanması aynı zamanda epistemolojik, ontolojik kopmaları da doğurmuştur. “İlk öncül”ün ne olduğu kurgusu epistemolojik, ontolojik düzlemde önemli bir tartışma zemini oluşturdu. Nitekim bu dönemde yapılan Klasik sosyal sözleşmeler ilk devletin nasıl ortaya
çıktığı sorunsalına odaklanmıştır. Aslında bu sözleşmeler, devletin nasıl ortaya çıktığından hareketle, devlet-insan ilişkisinin nasıl olması gerektiğini tasarlamayı hedeflemiştir. Böylece, Locke, Hobbes ve Rousseau sosyal sözleşmeleri ile üç farklı geleneğin doğmasına katkı sağlamışlardır. Bu sözleşmeler oluşturdukları temelsiz kurgulamalar ile epistemik
bir alan üzerinden farklı meşruiyet alanları oluşturmuştur.
Kilisenin Tanrı algısından bağımsız bir şekilde devletin ontolojik temelleri bulunmaya çalışılmıştır. Devlet üzerine oluşturulan fiksiyonlar, devletin nasıl bir işleve sahip olması gerektiği konusunda da öngörüler oluşturmaktaydı. Modern devletin temelini atan bu argümanlar sonraları Tanrı
gücündeki devletin ya da Tanrı devletlerin inşasında önemli perspektiflerin oluşmasına yol açacaktı. John Locke'un “özel mülkiyeti” ön plana çıkarması liberal devletlerin gelişmesine yol açarken 2o Hobbes, “Leviathan” adlı eserinde devletin meşruiyetini ve fonksiyonlarını “güvenlik” üzerinden tanımlar.
İlk olarak sünneti topyekûn inkar hareketinin, Müslümanlar arasında değil, batılı oryantalistler arasında geliştiğini rahatlıkla söylenebilir. Nitekim eskiden olduğu gibi son yıllarda da bu konuyu yeniden tartışma gündemine sokanlar ve Müslümanların zihninde şüphe tohumları ekmeye çalışanlar, şüphesiz müsteşrikler (oryantalistler) olmuştur.
Özelleştirmenin ne olduğunu AKP bilmiyor mu;özelleştirmelerin nasıl bir halk ve ülke düşmanlığı ve tam bir facia olduğunu yeni sömürgeleştirme politikası olduğunu bu mozaik parti bilmiyor mu!Babalar gibi satarım mantıksızlığının köklerinde,1980'lerin başlarında yaşanan ünlü köprüyü satarım düzeysiz tartışma efeliği yatmaktadır.Bugünkü politikalar
1980'lerin,IMF destekli uzantısıdır.
(Cumhuriyet,17 Haziran 2003)
özellikle de toplumsallığından kopartmıştır.
Akademik alanda ders olarak okutulan kitaplarında ekonomi; 'insanların sınirsız tüketim isteklerinin Sınırlı kaynaklarla en iyi nasıl tatmin edileceğini inceleyen bilim dalı olarak tanımlanır. Dünyadaki kaynakların sınırlı olduğu bir gerçekliktir. Özellikle de günümüz itibarıyla bu gerçeklik daha da yakıcı
olmak
tadir. Ancak insanların sınırsız tüketim istekleri ya da tatmin olgusu tartışma konusudur. Her şeyden önce insanın sınırsız tüketim arzusu gibi bir özelligi veya
doğası söz konusu değildir. Olamaz da! Bu, kapitalist sistemin yaratmış olduğu tartışmalı insan şekillenmesinin bir sonucudur. Toplumsal mühendislik yoluyla yaratılan bu şekillenme, sistemin
tüketim kültürü ile birlikte ele alındığında daha iyi anlaşılacaktır. Dolayısıyla kapitalist sistemin 'insan' veya 'toplum' tanımından hareketle ekonomiyi ele alamayacağımızı daha
baştan belirtmek yerinde olacaktr.
Gün geçmiyor ki dünyanın bir köşesinde Müslümanlar ile ilgili yeni bir tartışma başlamasın.
İnsanı hayvandan ayıran, onun toplumsal örgütlenmeye olan egilimidir. İnsanlar bütün isteklerinin tatmin yolunu bulamazlar. Fakat toplumsal durumlarını mümkün kılacak şeyi terk edebilirler. "Genç yaşlıya, ast üste hizmet eder. Bu evrenin uyduğu bir kuraldır. Eğer insanlar toplumsal durumlarını terkedip birbirlerine yardım etmekten vazgecselerdi, bu yoksulluk olurdu.
Yığınlar içinde sosyal farklılaşma olmasaydı, bu sürekli tartışma kaynağı olurdu."