Karadağ Devleti, 8 Ekim 1912 sabahı Osmanlı Hükümeti'ne harp beyannamesi vermiştir. Savaş kararı alınmasından sonra, Alemdar Gazetesi’nin birinci sayfasında büyük puntolarla “Osmanlılar silah başına” manşeti atılmış ve savaş karşıtı olan gazete bir anda savaş yanlısı haberler yapmaya başlamıştı.
Anlatıldığına göre, Selçuklu sultanı Melikşah bir gün Zinderud’un kenarında avlanıyordu. Bir süre dinlenmek için çayıra indi. Sultan Melikşah’ın maiyetinden özel muhafızı olan bir hizmetçi onun yanına geldi. Irmak kenarında otlayan bir inek gördü. Onu kesip etinden kebap yapmasını emretti. Bu inek, geçimini onun sütüyle sağlayan dört yetim anası yaşlı bir
kadına aitti. Kadın bu haberi alınca kendini kaybetti ve sultanın geçeceği köprünün üzerine gelerek onu bekledi. Aniden Sultan maiyetiyle birlikte oraya geldi. Kadın yerinden kalkıp atının dizgininden tuttu. Muhafız yaşlı kadına kamçısıyla vurarak onu uzaklaştırmaya yeltendi. Sultan, “Bırak, gelsin, zavallının derdini dinleyeyim, kimden şikâyetçi olduğunu
öğreneyim.” dedi ve yüzünü yaşlı kadına çevirdi. Yaşlı kadının sözü, “Mazlum derdini cesurca anlatsın” mısraında belirtildiği gibidir. Kadın şöyle konuştu: “Ey Alparslan’ın oğlu! Eğer şu Zinderud köprüsü üzerinde benim hakkımı vermezsen Allah’a and olsun ki sırat köprüsünde senden hakkımı alıncaya kadar yakanı bırakmam. Bu iki köprüden
hangisini tercih edeceğini sen düşün!”
Beyit: İnsaf et bana hakkımı ver bugün
Şimdi vermen alınmasından yeğdir
Sultan bu sözden etkilenerek atından indi ve şöyle dedi: “Anacığım, sakın ha, benim sırat köprüsü üzerinde hesap verecek gücüm yok. Sana kimin zulmettiğini söyle, ondan hakkını alayım.” Yaşlı kadın dedi ki:
“Padişahım, huzurunda bana kırbaç vurmaya kalkışan şu hizmetçi benim geçim kaynağımı kuruttu, benim ve yetimlerimin geçimini sağlayan ineği kesip kebap yaptı.” Melikşah, hizmetçinin cezalandırılmasını ve bir ineğe karşılık yetmiş inek verilmesini emretti. Sultan’ın emri yerine getirildi. Bir süre sonra sultan vefat etti. Yaşlı kadın hâlâ hayatta idi. Bir
gece yarısı Sultan’ın mezarı başına geldi ve kıbleye dönerek onun için dua etti: “Allah’ım! Toprakta yatan bu kulun, yere düştüğümde elimden tutup kaldırdı. Şimdi de
onun yardıma ihtiyacı var. Sen kereminle ona yardım et, Ben çaresiz bir haldeyken o, mahlük olarak âcizliğine rağmen bana ihsanda bulundu. Şimdi o çaresiz durumdadır. Sen kendi
yaratıcılık kudretinle ona lütufta bulun!” Sultanın hizmetçilerinden biri onu rüyasında gördü. Ona, “Allah sana nasıl muamele etti?” diye sordu. Sultan dedi ki: “Eğer o yaşlı kadının duası imdadıma yetişmeseydi cezadan kurtulamazdım.”
Beyit: Yolcuya dedi ki o yaşlı kadın
Duasıyla elimden tutmasaydı
Bana merhametiyle bakmasaydı
Gayet üzgün ve perişan olurdum
Adaletimden bana dua etti
Duası açtı rahmet kapısını
Yalan, seçme hakkının elinden alınmasından başka şey değil.
İmajoloji kitabının kaleme alınmasından bugüne on dokuz yıl geçti. İki binlerin başında "İnsanlık nereye gidiyor?" sorusuna yeni bir disiplin iddiasıyla ve ilgili yaklaşım ve üretimlerin eleştirisi ve yardımıyla cevap bulmaya çalıştım.
Batı'nın iki bin beş yüz yıllık düşünce geleneğiyle hesaplaştım. Son üç yüz yıldır yaşanan büyük
dönüşümü anlamaya, tanımlamaya ve yeniden yorumlamaya gayret ettim. Medeniyetimizin imkân ve dönüşümlerini göz ardı etmeden insanlığın büyük krizlerine çareler aradım. İnsanlık ailesinin tümüne duyarlı olmaya gayret ettim. Manipülasyonlara savaş açtım, mitolojileri deşifre etmeye gayret ettim, kendinden menkul metafizikleri ziyadesiyle yıprattım. Geleceği temkinli
ve dikkatli gerekçelerle görmeye çalışüm, indirgemeci yaklaşımlara meydan okudum.
Bu vesileyle imge epistemolojisine dayalı yeni bir okuma biçimi teklif ettim. Teori aktarımı yapmadım teorize ettim. Birçok kavram önerisinde bulundum. Yeni külli-kategorik metotlar formüle ettim. Geçmişten günümüze birçok soruna belli sistemlerle temas ettim ve ilişkilendirdim.
Asimetrik yanılsamaların çok boyutlu matematiğini yaptım. Epistemik-jetlagların virüslerini tedavülden kaldırdım, meydana getirdiği manevi türbülansları rehabilite ettim, hastalıklarına eczacılık eyledim. Hiçbir bilgiyi ya da realiteyi önemsiz görmedim. Ancak büyülerine kapılıp yolculuğumu berhava etmelerine müsaade etmedim.
Bütün disiplinlerin yaklaşım ve
önerilerine, postulat, araç ve temalarına açık oldum. Din, tarih, felsefe, sosyoloji, fen bilimleri, gündelik hayat, doğa vb. her şey, her gösterge özenle bu sürece dâhil edildi. İnsanın tüm boyutları tüm yorumları dikkate alındı.
Yabancılaşan insanın hikâyesine geniş bir yer verildi. Dijital insandan dijital topluma, sanal inançtan sanal ekonomilere,
gerçeklik ve gerçekliğin tüm yanılsamalarına, insan ve toplumların yeni biçimlerine geçmişten bugüne ve geleceğe ışık tutacak birçok öneride bulundum.
Zamanı anlamaya çalıştım, dönemleri yeniden tanımlamaya gayret ettim. Maskeli, gölgeli makyajlı, taklidi, yapay, sanal ve yalan tüm parıltılara ışık tutum. Mağaraları, zindanları, putları, oyunları
yordum. Kim kime ne yapıyor, kendimizin neresindeyiz, sorularına cevaplar buldum. İyinin ve mazlumun rüyasına ortak olmaya çalıştım. Sihirbazların, hükümdarların, baronların ve düşeslerin patikalarının kadastrosunu çıkarttım. Reklamı, medyayı, baytları ve bitleri, bilgisayarı ve kâbusu, telkin ve terbiye ettim.
Bu iddianın, bu enerjinin, bu tekliflerin on
dokuz yıl sonra üçüncü baskıya mazhar olması bir lütuf mudur ? Buna tarih karar verecek diye romantik metafiziklere iltifat edecek değilim. Bunun yerine nasiptir, hayırlısıdır demeyi yeğlerim. Bazı eserler doğar ve kıyıda bekler, bazı eserler doğar ve sahne şarlatanları tarafından yağmalanır, bazı eserler doğar her gören üzerine toprak serper, ama herkes mezarından
bahçesine bir avuç toprak götürür. Öyle ya da böyle her eser nasibini bekler.
Bu eser için sitem etmem ve teşekkür etmem gereken çok insan var. Ama üçüncü baskının redüksiyonunu üstlenen yazar şair İsmet Kanber dostuma teşekkür ederim. Eserde özellikle yeni bir düzeltme yapılmamıştır. Birkaç sebepten bu böyle oldu. Orijinali dursun, ola ki bir gün
ardıllarından ve taklidilerinden ayırt edilebilsin. Son olarak bilirim ki bendeniz de kendi büyüsüne kapılan yazar ve düşünürlerin büyük günahlarından taşıdım. Mevla'dan af dilerim. Efendimize salât ve selam ederim. Tevfik Allah'tandır.
Gözlemden önce olgunun tanımlanmasına ilişkin bir dizi resmi soru bulunur. Gözlem kavramıyla ilgili bir diğer sorun, insan bilimleriyle ilgili gerçekleri kaydetmek için kullanılan dilin dikkate alınmasından kaynaklanan bir sorundur. Söylemeye gerek yok, niceliksel olmayan dil kullanımının öznellikle eşanlamlı olduğu görüşü hala yaygın bir yanılgıdır. Bu seçimler,
nihayetinde metafizik bir girdi gerektirir. Heidegger bir zamanlar oldukça açık bir şekilde, modernitenin değerlerinin, insanın Tanrı'nın iki geleneksel niteliğine, yani her şeyi bilme ve her şeye kadir olma iddiası olarak nitelendirilebileceğini savundu.
Birincisi, ilke olarak hiçbir şeyin pozitivist bilimin sınırları dışında olmadığını savunan modern
kültürün bilimciliği tarafından yansıtılır. İkincisi ise kültürün teknik
boyutudur.
İslami sosyal düzen, bu tanımlamanın zıt uçlarında durmaktadır. Toplumun çok katmanlı boyutu, vahyin amaçlarında ve bir yaşanan gerçeklik olarak Peygamber figüründe teleolojik olarak damgalanmıştır. Bu yörünge; pratik olarak, her alanın, kendisine emanet
edilen sosyal organizasyonla kendi özel düzeyinde başa çıkma yetkisine sahip olduğu anlamına gelen yetki ikamesi ilkesine" da anmaktadır.
Kızılbaşları Şiileştirmenin en iyi yolu kabilelerin emirlerinin denetim altına alınmasından geçmekteydi. Kızılbaşları mutedil İsnâaşeriyye mezhebine dâhil etmeyi düşünen Tahmasb, bu emirlerin Ca'ferî fikhının kitapları okumaları için emir vermiştir. Ayrıca Kızılbaşlar eski geleneklerinden vazgeçmeleri için baskı altında tutularak, Isnaaşeriyye mezhebine uygun
hareket etmeleri emredilmiştir. Eski geleneklerini sürdürerek İslam şeriatina aykırı davranan, günah işleyen bazı emirler cezalandırılmıştır.
Örneğin; Şah Kulu adındaki Kızılbaş korucuların komutanı şarap içmeyi sürdürdüğü için katledilmiştir. Yine şeriata aykırı davrandığı gerekçesiyle Şüşter Hakimi Afşar Mehdi Kulu Sultan
öldürülmüştür. Mehdi Kulu Sultan'ın öldürülmesinde Şah Tahmasb'ın otorisine aykırı hareket etmesinin yanı sıra şarap içmeyi sürdürmesi ve Tahmasb'ın yasakladığı saz çalma geleneğine karşı çıkması etkendir.
Avrupa’da millet bilincinin ortaya çıkışı, 1453 yılında İstanbul’un Türkler tarafından alınmasından sonra keşifler çağında ve sonrasında ortaya çıkan, reform, Rönesans, romantizm ve aydınlanma süreçlerine bağlıdır.
Genel olarak insanlığı bekleyen tehlike, sağ yada soldan gelen, alışılagelmiş, «klişe» bir tehdit değil, kurumlardan, aygıtlardan, insanların kat-
limını dıştalayarak bunların gittikçe daha güçlü biçimde kendi kendilerini yeniden üretmelerinden, ve insanların aygitlar tarafından gittikçe daha standart hale getirilmesinden ve her türlü bağımsızlıklarını
yitirerek sıkı bir denetim altına alınmasından gelen evrensel tehdittir. İnsanların istendiğince şekillendiği ve denetlendiği bir ortamda, «özgiürlük» de talep olunmayan, müşterisi olmayan bir kavram haline gelebilecektir.