Charles Moeller
Charles Moeller

Birini sevmeye koyulmak başlı başına bir iş. Güç ister, yürek ister, körlük ister. Hatta başlangıçta öyle bir an vardır ki uçurumun üstünden sıçramak ister. Düşünmeye kalkarsan aşamazsın onu..

Charles Moeller
Charles Moeller

"Herkesin birbirini aldattığı bir dünyada gülüp eğlenmek insana zevk vermez."

Charles Moeller
Charles Moeller

1970'den itibaren günümüze ulaşan tekâmül devri kadar süratli ve her şeyi değiştiren bir tekâmül devri, mitleri ve kavramları korkunç bir şekilde eskitti. İşte bunun içindir ki, XX.yüzyılın başından beri Unamuno'da, Péguy'de, Pirandello'da, Gide'de, Huxley'de, sonra daha göze çarpacak şekilde, expressionnisme'e (hakikati kişisel duygulara göre ifade etme tarzı) mensup

olan Alman sanatçılarında, Julien Green'de ve Malraux'da, Camus'de ve Graham Greene'de, insanı artık hayatına yol gösteren kavramlar ve itibarîlikler tarafından çerçeve içine sokulmuş (tecrit edilmiş) olarak tasavvur etmeyen bir duyarlık tarzı meydana çıkıyor ve kuvvetleniyor; bu itibarla insan, tersine hiçbir kimsenin öğüt vermediği ve korumadığı, kaybolmuş bir çocuk

gibi tasvir ediliyor.

Charles Moeller
Charles Moeller

Bizden her şey beklenir ama iyi taraflarımız da var: Joyce, Ulysse adlı eserinde bunu çok iyi göstermiştir; insan, içinde her türlü eşyanın karmakarışık bir halde bulunduğu bir dükkâna benzer. Burada en iyi, orta ve en kötü şeyler birbirine temas ederler; insanın 'en kötü' şeye en çok rastladığını göstermek boş bir şeydir. Claudel "en kötünün her zaman kesin ve

devamlı bir nitelik taşımadığını" göstermiştir; bir tek insanda bulunan küçük bir hakikat parçası, hakikî bir idealizm kıvılcımı, bütün problemi (yani, iyilik ve insanın değeri problemini) yeniden ortaya koymaya yetişir.

Charles Moeller
Charles Moeller

"Savaş... hürriyet, hakikat, mutluluk, insanlar arasındaki berrak münasebetler... gibi değerlerin sadece birer isim olarak kaldıklarını bize öğretti."

Charles Moeller
Charles Moeller

O da, ben de, aynı şekilde, uyuyamamaktan ıstırap çekiyoruz. Bu, bir çeşit bir arada bulunmadır.

Charles Moeller
Charles Moeller

Sartre'a göre, "ruhların birleşmesi", "bilinçlerin birbirine intikali", yani insanların birbirine içten bağlanmaları, birbirini gerçekten sevmeleri, birbiryle gerçekten anlaşmaları, duygu ve düşünce mübadeleleri yapmaları imkânsızdır. Bu konuda şöyle diyor: "Başkası, prensip olarak kavranamaz: Başkası ben onu aradığım zaman benden kaçar, ben ondan kaçtığım zaman

da bana sahip olur." Bundan sonra Sartre şu ünlü formülü artaya koyuyor: "Cehennem, başkalarıdır."

Charles Moeller
Charles Moeller

"İnsanın hayatı, bir anlam kazanma olarak tarif edilebilir. İnsan boşuna yaşamak istemez. Küçük ışığımız (yani aklımız) etrafına biraz aydınlık yaymak ister; biz, kendimizde bulunan belirsiz şeyleri belirli bir hale getirmeye ve bize baskı yapan muammayı aydınlatmaya gayret ederiz. Bunun için, her birimizin kendi çevresinde yapacağı bir misyonu (özel görevi) vardır,

bu görev, kainata biraz ruh katmak suretiyle, biraz hakikat ve güzellik (iyilik ve sevgi) yaratmaktır."

Charles Moeller
Charles Moeller

Sartre eserlerinde "mizacının, temayülünün ötesine geçememişir" dolayısıyla, aşkın varlığa ve gerçeğe erişememiştir.
Sartre, henüz çocukken babasını kaybettiği için "babalık tecrübesi"nden yoksun kalmıştır. Annesi ile birlikte büyükbabasının ve büyükannesinin evine yerleşiyor. Büyükbabası protestan, annesi ise katoliktir. Babasının yokluğu onda

"boşluk intihabını yaratıyor". Diğer yandan, büyükbabası onu o derece aşırı bir surette seviyor ki, Sartre onun bir "komedi rolü yaptığına", kendisine karşı gösterdiği duyguların sahte olduğuna inanıyor. Büyükbabası, aynı zamanda, ona "papaz düşmanlığını", dinsizlik duygusunu aşılıyor. Hiçbir şeye inanmayan büyükannesi de onda şüphecilik duygusunu

uyandırıyor. Annesi ise ona katolik dinini telkin ediyor. Fakat Sartre annesinin dininin gerçek ve samimi olmasından şüphe ediyor; "annesinin kendisine göre bir Allah'a inandığını, ve O'ndan kendisini gizlice teselli etmesinden başka bir şey istemediğini" söylüyor.
İşte, genç Sartre'ın ruhu, bu zıt telkinler altında, şüphe, tereddüt, istikrarsızlık ve inkâr etme

eğilimi arasında bocalıyor. Annesi daha sonra tekrar evlenmiştir. Sartre üvey babasını hem kıskanıyor, hem de ondan korkuyor. Bundan dolayı, kıskançlık korku ve nefret kompleksleri Sartre'da devamlı bir iç dramı meydana getiriyor. Bu durum, genç Sartre'ın kendi içine kapanmasına, dış dünyaya ve insanlara karşı gizli bir güvensizlik ve kin (veya hınç) beslemesine,

kendisini yapayalnız ve terk edilmiş hissetmesine, kendisini bu dünyada fuzûli(de trop) saymasına, dolayısıyla hiçbir zaman erginlik çağından kurtulamamasına, akıl çağına geçememesine sebep oluyor.
Sartre, kendi iç dramını, "yoksunluk kompleksini", yalnızlık ve terk edilmişlik duygusunu, gizli intikam alma arzusunu dış dünyaya ve bütün insanlara

yansıtmak(projeter) ve genelleştirmek, en sonunda Allah'ı inkar etmek suretiyle, insan ve varlık hakkında yanlış(déformé) bir görüşe dayanan bu ruhî telâfi(compensation) tarzını bir felsefe sistemi halinde geliştiriyor. Sartre, tabiatüstünü, dine ve imana ait olan dünyayı tamamiyle inkar ederek, ancak duyularla kavranan dünyaya kapanıyor. Kendi varlığını Allah'ın

karşısına, O'na zıt bir varlık olarak koyuyor. Allah'ı inkar ettiğine göre, insanı mutlak varlık olarak kabul ediyor. Sartre'ın Allah'ı inkar etmesi, yazarın dediği gibi, tamamiyle "kişisel ve teorik sebeplere" dayanıyor. Sartre'ın hayat hakkındaki ilk duygusu (boşluk, terk edilmişlik, fuzûli olma, kin duygusu) bu sebeplerde başlıca rolü oynuyor. Bu itibarla, Sartre'ın

Allahsız varoluşçuluğu gerçek bir varoluşçuluk değil, fakat ona özgü ve onunla sınırlı bir psikanaliz ve ruhî telâfi metodudur. Sartre'ın şu sözleri bunu açık bir şekilde belirtiyor: "Varoluşçuluğun ne olduğunu ben de bilmiyorum; fakat bu, benim için varolma tarzıdır."

Charles Moeller
Charles Moeller

Sartre insana, tıp öğrencisinin şakalarından, can sıkıcı ukalâ dümbeleklerinden hoşlanan, sistemli bir argo diliyle konuşan, biraz da aşağılık (ayaktakımına özgü) bir çeşit suç ortaklığı ile, devamlı olarak, insanların saygı göstermeyi öğrendikleri her şeyi gülünç bir şekle sokan bir lise öğrencisine rastladığı intibaını (izlenimini) veriyordu.

Açıksaçık ve alaycı bir anlatış (cerbeze) kabiliyetine sahip olan, soğuk bir etki yapan, dayanılmaz bir sel gibi sürükleyen, tamamiyle tabiî olmayacak derecede mükemmel ve itinalı (özentili) bir sarahat (açıklık) ihtiva eden üslûbu, insanı büyülüyor -insanın basiretini bağlıyor- ve tiksindiriyordu.

Charles Moeller
Charles Moeller

Bu piyes görülmemiş bir başarı kazandı; bu piyes ortaya konan probleme hiçbir çözüm yolu sağlamamakla beraber, hiç olmazsa siyasi bağlılıkların izafîliğini ifade ediyordu. Komünist olan Hugo, bugün komünizm davasının bir kahramanı oluyor, fakat yarın bir hain oluyor ve hatasını telafi etmek istediği takdirde, ondan hareketini inkâr etmesi ve bunun bir kıskançlık

suçu olduğunu itiraf etmesi isteniyor. Burada, 1945'den beri bir fıkra konusu haline gelen o insafsız davaların bir yansımasını görmemek mümkün mü?
Bu acı olayı daha acıklı bir hale getiren şey, Hugo'nun kendisini Hoederer'i öldürmeye sevk eden sebebin ne olduğunu bilmemesidir; bunun sebebi cinsel kıskançlık mı? Sinirlilik mi? Yoksa komünizm davasına bağlılık mı?

Düşünen her insan gibi Hogo da, hareketlerinin türlü sebeplerden olduğunu biliyor. Bu itibarla parti, ölümden kurtulması ve komünist kadrolarında "tekrar yararlı bir insan olarak" kullanılabilmesi için, hareketinin siyasi yönünü inkâr etmesini ondan istediği vakit, korkunç bir kötülük eğilimi duyuyor. Hugo, bunu yapmayı reddedecektir: sadece kıskançlık veya sinirlilik

yüzünden öldürmüş olsa bile, bunu itiraf etmeyecektir; yaptığı tek 'insanî' hareketin artık inanmadığı bir dava uğruna değiştirilmesini, yanlış yorumlanmasını, 'bayağı bir nesne ile ilgili bir olaya' çevrilmesini istemez. Cinayetten uzun zaman sonra, bu cinayeti benimsemeye, kendisine mal etmeye, hayatında hür bir hareket, insanca bir hareket yaptığını kendi kendine

söyleyebilecek bir tarzda bu cinayetle uzlaşmaya karar verir. Piyesin sonunda söylenen: "Hatasını telâfi etmesi -sözünden döndürülmesi- imkânsızdır." sözü, unutulmayan sözlerden birisidir. Günün en yeni siyasi olayları, ne yazık ki bu sözün doğruluğundan hiçbir şey kaybettirmemiştir.